14.3 C
İstanbul
16 Ekim 2024, Çarşamba
spot_img

BİR DÂHİ; HALİL CİBRAN

“Resmin ve şiirin, onu yeni bir Blake yapacak kadar birbirine bağlantılı olduğu başka bir kimseyi tanımadım.”
Rodin 

“Onun gücü ruhsal hayatın o büyük kaynağından dilinin görkemi ve güzelliği onu kendi ruhuyla giydirmiş olmasından gelir. Yoksa nasıl bu kadar evrensel ve etkili olabilirdi.”
Claude Bragdon

Üç dinin yaşadığı Lübnan topraklarında yetişen Cibran, bu ruhla başarılı eserler vermiştir. Çok yönlü kişiliği Leonardo da Vinci ile Ömer Hayyam’ı hatırlatır.

O da diğer aydınlar gibi feodal sistemi sorgulamış ezilenlerin yanında olmuştur. Gücünü asi kişiliğine ve liderlik vasfına borçludur.

Yaşadığı döneme ışık tutan dâhi, köşe yazarlığı, denemeleri, şiirleri sonra da resimleriyle ün kazanmıştır. ‘Ermiş’ kitabı ellinin üzerinde baskı yapmış şiirleri yirmi dile çevrilmiştir.

Kadınlara sahip çıkan Cibran onların haklarını savunmuştur. İnsanın kendi olabilmesi, kendi gibi yaşayabilmesi için kalıplardan kurtulması gerektiğini anlatmıştır. Bazı erkekler; “Kadınlar sizin kitaplarınızı okudukça özgürlük istiyor” diye sitem etmiştir.

Yazılarıyla, başarılı izlemleriyle, savaşçı ruhuyla şair William Blake’i anımsatır. Aforizmalarıyla Shakespeare’i, Lao Tze’yi, Nietzsche’yi, Emerson’u, Kafka’yı çağrıştırır.

İnsanlığa evrensel bir gözle bakan Cibran, hümanist bir düşünceyle bütün insanları kucaklamıştır.

Her yazarın hayatında olduğu gibi onun da hastalık dönemi olmuş, bir dönem sırtında haçla dolaşmak zorunda kalmıştır. Bu mücadeleye rağmen yaralı omzu hep zayıf kalmıştır.

Cibran’da Amin Maalof gibi ülkesinden ayrılmak zorunda kalmış, baskıcı tutum, soğuk savaş sebeplerinden dolayı gurbette yaşamıştır. Burada amaç kaos ortamından kurtulmak olduğu kadar yeni eserler yaratma hırsıdır. Çünkü bombalı baskı altında eser yazma şansı yoktur. Daha sonraki yıllarda Cibran bu kaçıştan pişman olmadığını anlatmıştır. Yani yurt değiştirmekten pişman olmamıştır. Tam tersine bunu fırsata çevirip doğuyla batıyı sentezleyerek, İngiliz dilinin zenginliğiyle ruhunu beslemiş, dini kitapları andıran dille, kelime oyunlarıyla birçok temayı etkili bir şekilde işlemeyi başarmıştır.

Cibran’daki dil işçiliği, farklı kültürlerde ve dinlerde yaşamasının eseridir. Zaman zaman ülke değiştirmesi de bunu etkileyen olumlu etmenden biridir.

Onun bu kültürü Amerika’da doğu fırtınası olarak anılmasını sağlamıştır. Rumi’nin kitaplarının çok satanlar arasında olmasıyla Ömer Hayyam’ın çok okunması da buna örnektir.

Lübnan’da yaşayan Cibran, kendi imkânlarıyla eğitim alarak, resim alanında da kendini göstermiştir.  Yaşadığı toplumdan beslenerek eserlerini resmetmiştir.

Çocukluğu Boston’un sokaklarında seyyar satıcılık yaparak geçen Cibran, yaşadığı olayların etkisiyle daha hızlı büyüyüp, olgunlaşmıştır. Yoksulluk onu olgunlaştırdığı kadar eserlerine ezilmişliğin, fedoiletin vurucu gücünü de katmıştır.

Tam olarak eğitim almamasına rağmen çizimleriyle, eskiz çalışmalarıyla küçümsenmeyecek bir üne sahiptir. Onun yeteneğini de ilk olarak öğretmenleri keşfedip gerekli yönlendirmeyi yapmışlardır.

Şiirlerinde sevgi, ölüm, karanlık, hastalık, güzellik kavramlarını romantik bir dille işlediği kadar keskin bir ironiyle de eleştirmiştir. Çok çeşitli konulara değindiği kadar eleştirisel bir bakışa da sahiptir.

Lübnan topraklarına ruh giydirmiş ve doğunun mistik dilini batının diliyle yoğurarak eserlerini yazmıştır. Kendini geliştiren Cibran, eserlerine birçok figürü eklemiştir. Hem resimde hem de şiirde unutulmaz eserler bırakan dâhi, Kum ve Köpük’teki şu dizeleriyle hayatın anlamını açıklamaktadır;

“Sonsuzluğu istiyorum. Çünkü yazılmamış şiirlerim ve çizilmemiş resimlerimle buluşacağım orada.” 

“İnsanların cenaze töreni belki de meleklerin düğünüdür.”

“Merhamet yarı yarıya adalettir.”

“Eğer şiir yazma gücü ile yazılmamış olanın tutkusu arasında seçim yapmam gerekseydi tutkuyu seçerdim. Çünkü tutku şiirden üstündür.”

“Şairin aklı ve akrebin kuyruğu aynı topraklar üzerinde zaferle yükselir.”

“İnsanlık ezel vadisinden ebed denizine doğru akan bir nehirdir.”

‘Kum ve Köpük’ kitabında paylaştığı bu düşünceler, Kırık Kanatlar, Ermiş ve Gezgin kitaplarında da aynı yoğunlukla devam etmektedir.

Ermiş’te yazılarıyla insanları aydınlattığı kadar düşündürmektedir de. Felsefenin tavana vurduğu, aklın yorulduğu, kalbin durduğu anlardır bu satırlar;

“Sevgi taçlandırdığı kadar çarmığa da gerer sizi. Besler, büyütür hem de budar sizi.”

“Çocuklar sizin değildir. O çocuklar hayatın kendine duyduğu özlemin oğullarıdır ve kızlarıdır. Onlar sizinle birlikte gelir dünyaya ancak sizinle birlikte olsalar da size ait değildir. “

“Dostunuz ihtiyaçlarınıza cevap verendir. O sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır. O, kurduğunuz sofra ve tüten ocağınızdır.”

‘Gezgin’ kitabındaki ‘İncinin Hikâyesi’nde istiridyenin sancısının sebebini anlatırken;

“Evet, iyi ve bütünsün ama komşunun çektiği acı muhteşem güzellikte bir inciye gebe olmasındadır” der.

Gerçekten de istiridyenin acısının sebebi karnındaki incidir.

Gezgin’de, Beden ve Ruh, Heykel, Değiş Tokuş gibi öykülerle hayatı sorgularken insanları düşünmeye sevk etmektedir. Bu öyküler Mesnevi’yi anımsattığı kadar Montaigne’in denemelerini de anımsatmaktadır.

‘Kırık Kanatlar’ eserinde Selma’nın ölümünden sonra kabri için yazdığı; “Burada okyanusların ötesinde bir mahkûm olarak yaşayan Cibran’ın hayalleri gömülüdür“ sözleri çok etkileyicidir.

Selma’nın yaşadığı elim hayatı; “O asil ruh çiçek kokularıyla ıtırlı bir gökte aşkın beyaz kanatlarıyla özgürce uçtuktan sonra tuzağa işte böyle düştü” diyerek anlatır.

“Selin yıktığı bir eve dönmüş yaşlı bir adam, orağın keskin kenarıyla başı kesilmiş bir zambağa benzeyen genç bir kadın ve yağan kar altında eğilmiş güçsüz bir fidan olan genç bir adam; hepimiz kaderin elinde birer kuklaydık” diye de hayatı sorgulamaktadır.

Kırık Kanatlar’da Selma’ya olan duygularını anlattığı kadar hayatı da acımasızca sorgulamaktadır. Verilen bir sözden sonra yaşanan hayal kırıklığını, genç bir kadının ölümünü, asil bir kadınla sıradan bir insanın birleşmeyen hayatını gözyaşıyla anlatmaktadır.

Selma’yı nasıl sevmişse Josephine’ini, Mary’yi, Mey’i de aynı derecede sevmiştir. Onlar da ona olan sevgilerinden dolayı ölümünün ardından bütün resimlerini, yazılarını onun adını taşıyan müzede bir araya toplamışlardır.

Bütün kitaplarındaki yalnızlık ve hüzün ölümüne de yansımıştır Cibran’ın.  Çoğu yazar, şair gibi o da yalnız başına ölmek zorunda kalmıştır. Öyle ki öldükten sonra kemikleri çalınarak başka topraklara taşınmıştır. Gurbette yaşamak kaderiyse, ölümünden sonra gurbette dolaşmak da kaderi olmuştur.

Bu büyük ressam, şair yazdığı eserlerle dönemini aydınlattığı kadar yüzyıl sonrasına da ışık tutmaktadır. Yapıtları müzelerde sergilenirken kitapları hâlâ okunmaktadır. Dâhi çizdiği yolla yıllar sonra anılmaya devam edecektir.

Neslihan Minel

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,320AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler