20.4 C
İstanbul
4 Ekim 2024, Cuma
spot_img

KENDİMLE BEN

Sen yeniden yazmaya mı başladın?
Aylaklık işte ne yaparsın?
Oh iyi olmuş, iyi olmuş. Sen hep yaz.
Yazdığım sade suya tirit yazıları eğlenceli olsun diye internetten bulduğum bazı resimlerle süslüyorum. Okumasa bile baksın insanlar. Bizim de sosyal medyalarda bakanımız çok olsun. Azıcık egomuz doysun. Emekliysek daha ölmedik ya, diyelim. Hatta yazıyorum. Yazıp yazmadığımla ilgili arkadaşım sadece resimleri beğenir. Yazılarımı kesinlikle okumaz. Resimler de zaten benim değil. Beni gaza getirmeye çalışamasa hiç dert değil aslında. Benim yazdıklarımı okumak zorunluluk mu?
Yazdığınızı bilmiyordum, der bazen arkadaşlarımdan biri. Adam sen de, derim. Pek bir şey kaçırmış sayılmazsın. Toplam otuz veya kırk kişi görüyor. Kaçı okuyorsa artık… Çok sıkıcı şeyler zaten. En iyisi fotoğrafları beğendiğini tıklamak…

Bilgisayarlar yazmanın tadını kaçırdı bence. Eskiden yazdığımı karalardım. Satırın altına küçücük harflerle yeniden yazardım. Bazen ok çıkarır kâğıdın kenarına devam ederdim. Şimdi seçip silebiliyorum. Araya bir şeyler ekleyebiliyorum. Cümleyi olduğu gibi kesip başka bir yere yapıştırabiliyorum. Kâğıdı buruşturup öfke ile fırlatıp atmak masal oldu.
Sen yazmayı bıraktın mı?
Hayır üşengeçliğim tutuyor bazen. Birkaç ay hiçbir şey yazmadan geçip gidiveriyor.
Yazdıklarını kitap haline ne zaman getireceksin?
Bilmiyorum, hiç düşünmedim.
Kitap çıkarırsan kalıcı olur. Zaten ne kadar ömrümüz kaldı ki şurda.

Bunlar itiraz edilir, karşı çıkılır görüşler değil. Tamam haklısınız, beni de sevip sayıyorsunuz. Değer verdiğinizi hissetmek de çok güzel bir duygu. Ama her yazılan kalıcılığı sağlamıyor ki. Bütün kitaplarını okuduğum yazarların bazen hiç bilinmeyen, hiç önerilmemiş, zamanında hiç beğenilmemiş yeni eserleriyle karşılaşıyorum. Yazma gayreti içinde yıllarca çabalamış hiç tanımadığımız on binlerce insan var. Yazdıklarımın benden sonra benim adıma bir kalıcılık yaratacağı inancım çok zayıf. Benim de hobim olan, kenarında kıyısında dolaştığım yazmak konusunda çalışan, uğraşan bütün insanlara saygım var. Onlar kafalarında gün boyu kelimelerle, cümlelerle gezerler. Romantik kendi halinde, başkasının etlisiyle sütlüsüyle uğraşmayan temiz insanlardır.

Bence yazmak ve yazmak için yaşamak bir başka evren, gerçekliğin dışında başka bir boyuttur. Hemingway okurken hep aynı şeyi düşünürüm. Bu adam yazmak için yaşıyor. Her moka batıp çıkıyor. Her boyaya boyanıyor, fıstık yeşilin de pas geçmiyor. Ben bilmem kaçıncı dereceden emekli devlet memuru. Sabah sekizde işe gittim. Bilindik ve rutin çalışma günü sonu. Ne yaşadım ki okuyucuya ilginç bir şey söyleyebileyim. Beni keyifle ve soluk soluğa okusun. Altmış sene yaşamışım kendim soluk soluğa kalacak bir tempoyu görememişim. Nabız seksen altı, tansiyon on dörde dokuz.

Bazı insanlar en iyi eserlerin cezaevinde yazmıştır. Ben içeriye atılmak şöyle dursun tanıdık bir mahkûmu ziyarete bile gitmemişim. Sinop Cezaevini müze haline getirdiklerinde bu ilde görevliydim. İlk zamanlar giriş ücreti almadılar. Ona bile gitmedim. Pala mı ne bir saksağan varmış orda. Tur rehberi, bıyıkları turistik otellerin kapıcıları gibi çenesinin altına kadar çengel… Ben burada mahkûmları şöyle hizaya soktum. Şöyle cezalandırdım. Burada böyle yapılırdı gibi şişinerek insanlık dışı uygulamaları anlatıyormuş. Böyle müze mi olur?, dedim. Zindanlı mindanlı… Gitsem içim acıyacaktı. Bir kaç kez niyetlendim ama her seferinde vaz geçtim. Macera sevmiyorum, aksiyon bozar beni. Dağda bayırda dört çeker arabalarla yarışan insanları hiç anlamıyorum örneğin. Spor falan diyorlar. Arabaları spor yapıyor, sürücü kabinindeki sağa sola yalpalayıp duruyor. Düşüncelerimin doğruluğu ve tutarlığı konusunda biir şey söyleyemem. Bence, bana göre…

Yazmak dışında çok işim var benim. Yoğunum… Sabah denize gidiyorum. Akşamüzeri bir kez daha… Bahçedeki otları yoluyorum. Birkaç fiden var. Onları suluyorum. Çarşıya gidip ekmek alıyorum. Sebze, çay, süt yumurta falan… Diğer zamanlarda kitap okuyorum. Gelip giden, uğrayan falan olursa çay içip laflıyorum. Çok işim var. Karpuz kesiyorum. Bazen içi geçmiş oluyor. Veya kavun salatalık gibi tatsız tuzsuz çakıyor. Canım sıkılıyor. Ömrüm gelip geçti hala iyisini seçmeyi öğrenemedim gitti, diyorum. Her sene incir zamanında yağmur yağıyor. Üzülüyorum. Ne güzel dertlerim var benim. Sizin dertleriniz de benimki gibi fasulyeden olsun.

Eylül 2024 Sinop
Seyfullah

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,320AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler