17 C
İstanbul
26 Nisan 2024, Cuma
spot_img

PARİS, SENİ SEVİYORUM

Bu hafta, ikincisi düzenlenen “Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali” vardı çeşitli mekânlarda. Festivalin bu yıl ki ilham kaynağı Âşık Veysel’di. Ayrıca festival kapsamında çeşitli konferanslar, söyleşiler, atölyeler, yarışmalar da düzenlendi.

Belli seanslarda süren kısa filmlerde, dostluk konuları işlenmekle beraber, farklı ülkelerin kültürleri de anlatılmaktaydı. İran’dan İtalya’ya ABD’den Çin’e kadar birçok ülkenin filmleri gösterilmişti. Angel’s Mirror, Lekesiz, izlediğim filmler arasındaydı. En çok hoşuma gidense; Noel Baba’nın hayatının anlatıldığı Visit, filmiydi.

Görünüşte basit gibi görünen yapımların altında farklı felsefeler vardı. Yardımlaşma, çocuk sevgisi ve iyilik gibi… Hayatta her şeyin para olmadığını, çocuklarını kaybeden ailenin gözlerinden okuyabiliyordunuz.

Bu filmleri gördükten sonra daha önce izlediğim; Paris I Love You” filmini hatırladım.

2006 yapımı film, yirmi farklı yönetmenden, yirmi kısa film şeklinde ve yirmi farklı arrondissement de yapılmıştı. Paris I Love You’nun oyuncuları; Natalie Portman, Fanny Ardant, Elijah Wood, Nick Nolte, Juliette Binoche ve Steve Buschemi gibi ünlü isimlerdi.

Paris’te konu olarak, birbirinden farklı insanlar, kültürler ve sosyal sınıflar irdelenmişti. Bazıları çok komik, bazılarıysa ona inat hüzünlüydü. Filmde, Paris’i sevdiğiniz kadar hüzünleniyordunuz da. Bu şehir birilerine renk katarken, birilerine de üzüyordu.

Konular, Paris’in sokaklarında geçtiği gibi farklı mekânlarda da geçiyordu. Paris’te aşk her yerdeydi, kafelerde, Eyfel Kulesi’nin altında, metroda. Kısacası her yerde.

Başarılı film, bir anlamda hayat dersi veren, sosyolojik bir çalışmaydı da. Filmdeki karakterlerin farklılığı ve değişkenliği dikkat çekiyordu.

Her kesimden hayatlar irdelenirken, insanlara dersler veriliyordu. Her karede ne kadar farklı insan varsa, o kadar da farklı ders vardı. Esmeri, sarışını, zengini, fakiri, yaşlısı, genci bu filmdeydi. Bu insanlar Paris sokaklarıyla bütünleştirilmişti.

Paris’in muhteşem sokaklarında başlayan film, ilk başta sıkıcı gibi olsa da oyuncuların çokluğu ve konuların çeşitliliğiyle zenginleşiyordu. Bu anlamda her karesi farklı bir tat veriyordu.

Hayata dair çok şeyler buldum filmde. Postacı kadının; Satre ve Simone’nin mezarını ziyaret etmesi, bana kendimi hatırlattı. Yıllar önce bilmediğim sokaklarda Kafka’nın mezarını aramamı anımsattı. Hâlâ bu merakım devam ettiği için gittiğim ülkelerde müzelerle beraber, mezarları da ziyaret ederim. Her mezar bana oranın kültürü hakkında bilgi verir.

Zeytin Dağı’nın sonsuz beyazı ve bu beyazlar arasındaki suskunlar… Üzerindeki taşlar, ziyaretçilerin çokluğunu gösteriyordu. Bu kutsal topraklar, birçok insanı barındırıyordu.

Viyana’daki mezarlıklarda gördüğüm çiçeklere hayran kalmıştım. Geniş bir kapıdan içeri girince, kocaman çiçekler karşılamıştı beni. Her köşesi çöplerden uzak çiçek bahçesiydi.

Kimsesizler mezarlığında yatan, Mozart’ın evinin önüne bayraklar konulmuştu. Burada, Mozart yaşadı, diye. Aynı şekilde mezarı bombalan Kafka’nın sık sık değiştirdiği evleri de herkes biliyordu.

Bizde Nazım Hikmet’in, Piraye’nin evi Kadıköy’deymiş bunu yeni öğrendim. Hatta Atatürk’ün kardeşi Makbule Hanım’da bu sokaklar da oturmuş.

Filmde, hayata dair ince mesajlar veren, derin satırlar vardı. Öğüt niteliğinde olan satırlarda, derin felsefeler gizliydi. Aklımda kalan bazı cümleler şunlardı;

Gülümsediğinde bağırmanın kıyısındaydı. Aynı kıyafetle, yemek yaparken aynı müziği dinlerdi. Kullanmadığı rujlar. Atamadığı, atacağım dediği trençkot. Onu bırakmayı düşündüğü yer, onun sevmediği kafeydi. Onu yemekle, tatlı arasında bırakıp kaçmalıydım.  Daha önce hiç ağlamamış gibi ağlıyordu. Garip, metalik bir sesle ona şunu fısıldadı. Baharımız güzeldi, artık sonbahar, kış. Öyle bir kış ki her şey donmaya başladı. Kar amaçsızca yağıyordu. Aşklarımız da donmaya başladı. Karda uyuyup kalırsan, ardından ölüm gelir. Öyle zamanlar vardır, hayatımızda dönüm noktasıdır…

Zengin felsefeleri,  geniş sözcük dağarcığı, hayatı sorgulayan bakış açısı, başarılı kadrosu ve kaliteli müzikleriyle, her kesimden insanın, kendinden bir şeyler bulabileceği, izlenmeye değer yapıtlardan biriydi; Paris, Seni Seviyorum.

Neslihan Minel

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler