14.3 C
İstanbul
16 Ekim 2024, Çarşamba
spot_img

BİTEN BİR FUARIN ARDINDAN

“Ölüme karşı koymak ve bir izdüşümü bırakmak isterim.

Nazlı Eray

39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’na büyük bir sevinçle katıldık. Birçok yazarın söyleşisi olduğu gibi yeni yayınevleri de katılımlarıyla fuara renk kattı. 2000’e yakın imza günü düzenlendi.

Fuarın bu yıl ki konuğu Azerbaycan’dı.

“Kitap Şehre Dönüyor” sloganıyla düzenlenen fuarda; ‘Kitabın Büyülü Dünyası’ işlendi.

Her fuar çocuklar için heyecan olduğu kadar yayıncılar için de zor geçen kovid günlerinden sonra ekonomiye açılan bir pencereydi. Bu amaçla yeni yazarlar ve kitapları aldı stantlarda yerini.

Ahmet Ümit, Mario Levi gibi yazarlar konuşmacı olarak katıldı…

Ahmet Ümit

Edebiyatın en önemli alanlarından biri de polisiyeydi. Edebiyatımızın üvey evladı denen bu alanda yeni soluklar çıkmaya başlamıştı. Bu soluklardan en önemlisi; Ahmet Ümit’ti.

Bab-ı Esrar’ını daha önce okumuştum. Yedi yüz yıldır çözülemeyen sır Şems-i Tebrizi cinayeti ve Şems-i Tebrizi ile Mevlânâ’yı anlattığı kitabıydı.

Ahmet Ümit’te, her yazar gibi edebiyata şiirle başlamıştı. İlk eseri 1989’da yayımlanan Sokağın Zulası’ydı. 1992’de ilk öykü kitabı, Çıplak Ayaklıydı Gece, yayımlanmıştı. Bunu 1994’de Bir Ses Böler Geceyi, 1999’da Agatha’nın Anahtarı, 2002’de de Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, eseri izlemişti.

1996’da yazdığı ilk romanı, Sis ve Gece, polisiye edebiyatta, başyapıt olarak değerlendirilmişti.Bu romanın ardından, 1998’de Kar Kokusu, 2000’de Patasana, 2002’de Kukla, Ninatta’nın Bileziği, İnsan Ruhunun Haritası, Aşk Köpekliktir, Beyoğlu Rapsodisi, Kavim, Bab-ı Esrar ve İstanbul Hatırası, kitapları yayımlanmıştı.Bana ilginç gelen şey, böyle korku sahneleri yaratabilen birinin masal yazabilmesiydi. Masal Masal İçinde, 2008’de yayımlanan kitabıydı, Ahmet Ümit’in.

Bir Aşk Masalı’da en son çıkan kitabıydı. Bu da diğerleri gibi çok beğenilmişti.

Büyülü gerçekçilik

Büyülü gerçekçiliğin İsim babası Franz Roth’tu. Bu akım 1920’de kurulmaya başlamış, Latin Amerika’dan bütün dünyaya yayılmıştı.

(Büyülü gerçekçilik, düşsel büyülü bir dünyadır. Büyü ile gerçek, masalsı öğelerle fantastik unsurlar içiçedir. Olağanüstü olaylar gerçek gibi anlatılır. Anlatımda korku unsuru yoktur, doğal bir dil kullanılır.)

Latin Amerika kültürünün tanıtılmasında bu akım kullanılmıştı. Gabriel García Márquez, Kolombiya’nın sömürülüşünü ve devrimlerini bu akımla anlatmıştı.

Mo Yan’ın Kızıl Darı Tarlaları, büyülü gerçekçilik akımının etkisiyle yazılmıştı.

Kargalar Büyücüsü, Ngugi Wa Thiong’un Kenya’yı anlattığı büyülü bir kitaptı. O da bu akımdan etkilenmişti.

İthaki Yayınları’ndan çıkan, Bora Chung’un Lanetli Tavşan’ı da büyülü gerçekçilik akımından izler taşır.

Lâtife Tekin’de bu akımdan etkilenmişti.

Onur konuğu Nazlı Eray

Bu yıl 39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın onur yazarı Nazlı Eray’dı.

28 Haziran 1945’de dünyaya geldi Eray. Yazın hayatına on altı yaşında başladı.

Daha çocukluk yaşlarında yazdığı öyküde, Mösyö Hristo karakterini Pera’nın üzerinde uçurarak, büyülü gerçekçilik akımına yenilik getirdi.

Mösyö Hristo öyküsü, dünya antolojilerine girdi. On altı yaşında aldığı bu ödülle dikkat çekti. Büyülü gerçekçilik akımından izler taşıyan eser, Eray’ı ünlü yaptı.

Nazlı Eray, bu eserini Avrupa’da, Amerika’da, Harry Potter’in, Süperman’in, Yüzüklerin Efendisi’nin olmadığı yıllarda, fantastik ögeler ekleyerek yazmıştı. Bu açıdan büyülü gerçekçilik akımının öncü temsilcilerindendi.

Aynı başarıyı Fransız dâhi Rimbaud, on sekiz yaşında yakalamıştı. O da genç yaşında aynı kalem gücünü göstermişti.

Eray’ın Orphee’sini yıllar önce Ankara’da imzalatıp, okumuştum. Büyülü bir şeydi. Geçmişle gelecek arasında dolaşan güvencinin kanatlarında uçmuştum. Yazıları dağınık değildi, ilginç tat bırakan öykülerdi.

Eray’a göre yazmak özgürlüktü, yeni dünyalar yaratmaktı.

Kâğıtla, kalemle konuşan Nazlı Eray, yazı masası olmadan yazabilen nadir yazarlardandı.

Gerçeküstü eserler veren Eray, José Saramago, Gabriel García Márquez, Albert Camus, Luis Borges gibi yazmış, Sevim Burak’tan ilham almıştı.

O da diğer yazarlar gibi renkli defter ve kalemler kullanmıştı. Bu kalemler bana Yaşar Kemal’le, Doğan Hızlan’ı hatırlattı. Onların da kalem koleksiyonu meşhurdu.

Gazetecilik geçmişi olan Eray; Cumhuriyet, Güneş, Radikal, Varlık, Akşam gazetelerinde çalışmıştı.

Belgesel ve büyülü gerçeklik yöntemini birleştirerek, Marilyn Monroe ve Eva Perón’un hayatını anlatmıştı.

İki kadının hayatını da daha önce okumuştum. İkisi de sıfırdan ulaşmıştı üne. İkisinin de hayatları çok kısa sürmüştü. Fakat bıraktıkları iz hâlâ silinmemişti…

Gülhane Hastanesi’ndeki iki buçuk yıl süren kesintisiz acıları ve bu acıdan sonra gelen; “Ah Bayım Ah” kitabı 1975’te basıldı. Acılarla beslediği eseriyle yazım hayatına yeniden döndü Eray.

ABD de yazarlık kursu alması yeni kitaplar yazmasını sağladı. Amerika’da kaldığı bir yıl ona kültür anlamında çok şey kattı. Burada gördüğü olaylar yazılarını besledi.

Pasifik Günleri, eserini burada yazdı. Dikte romanı yirmi iki günde bitirdi. Yine Gabriel García Márquez’i burada tanıdı.

Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’taki başarısı anlatılmayacak kadar büyüktü. Bu kitaptan sonra 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almıştı, Márquez. O da büyülü gerçekçilik akımıyla gündeme gelmişti…

Eray’ın ‘Aydaki Adam Tanpınar’da’  Ahmet Hamdi Tanpınar’ı roman kahramanı yapması ilginçti.

Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitü’ndeki başarısı beni çok etkilemişti. Huzur’la İstanbul’u daha çok sevmiştim. Saatleri Ayarlama Enstitü’ndeki temayla, saatler ilgi alanıma girmeye başlamıştı.

Narmanlı Apartmanı’nı araştırıp, yokluk içinde geçen yıllarına hayret etmiştim. Bütün bunlara rağmen, parasızlık içinde büyük kitaplar yazmıştı, Tanpınar.

‘Karga Feramuz’un Aşkı’ kitabında, karga metaforu doğru kullanılmıştı. Kargaların ne kadar bilge olduğunu, unutkan olmadıklarını daha önce okumuştum. Bizim beğenmediğimiz kargaların ne büyük meziyetleri varmış meğer.

Uluslararası üne sahip olan Eray’ın; Angelo Savelli, oyunu İtalya’da oynamıştı. İki küçük öyküden oluşan oyun, on yedi yıl sahnede kalmıştı.

Eray; Yoldan Geçen Öyküler ile 1988 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, Aşkı Giyinen Adam ile de 2002 Yunus Nadi Ödülü’nü almıştı.

‘Büyülü Beyoğlu & İki Kafalı Topaç Villy’ eseriyle, bizi gençliğine götürüyordu Eray. 1976’da Şişhane’de, Saadet Apartmanı’nda geçen çocukluğuyla, beslemişti kitabını. Madam Anastasia rehberliğinde, Aliye Berger’e kadar uzanıyordu, Beyoğlu’ndaki yolculuğu!…

Beyoğlu

Beyoğlu Perası’yla, süslü İtalyan mimarisiyle, dar sokaklarının gizemiyle birçok yazara konu olmuştu.

Beyoğlu’nu iyi anlatan yazarlardan biri Haldun Taner’di. Taner’in, Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu, öykü kitabı vardı.

Salâh Birsel’in de, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, eseri vardı.

Yine Ahmet Ümit’in, Beyoğlu Rapsodisi, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi, kitapları meşhurdu…

Beyoğlu benim yazılarıma da konu olmuştu. Adım adım gezdiğim Pera Palas, İstanbul Modern, Mısır Apartmanı fotoğraflarıma konu olmuştu. Kırmızı tramvayın sesi, nostaljisiyle satırlarıma gizlice sızıvermişti ansızın!…

Bir fuar anısı

462 bin 753 kitapseverin ziyaret ettiği bu yıl ki TÜYAP’ta Nazlı Eray’la ilgili konuşuldu, yazıldı. Kitap ekleri onun resmini kapağına taşıdı. Metin And’la evliliği, anıları, biyografisi tartışıldı.

70’den fazla kitabı olan yazar, çevirmen Nazlı Eray’ı herkes tanıdı, sevdi!…

Fuar çok renkli geçti, edebiyat alanında kaliteli söyleşiler yapıldı.

Özellikle çocuklar, kitap almaktan ve okumaktan çok memnun gibi gözüküyorlardı. Hiç birinin yüzünde zorla getirilmiş gibi bir hava yoktu…

Böylece 39. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bütün zenginliğiyle sona erdi!…

Neslihan Minel

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,320AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler