Benim ülkemde herkes her konuda bilgilidir. Öğrenmemek ayıp değil bilmemek ayıptır. Felsefe falan yapmıyorum. Gazete , kitap, dergi okumaz ama politika bilir, futbol bilir, eğitimi bilir, tarih dersen Sular seller gibi… Yangınlar örneğin, insanımızın kızılçam konusunda ne kadar bilgili olduğunu hepimize göstermedi mi? Lozan anlaşması bir sona ersin. Görün siz… Gizli maddeler var. Okumuş, yazmış, koca koca adamlar bilmez ama sokaktaki adamın haberi var. Ben bunun genetik bir aktarım sonucu olduğuna inanıyorum. Her şeyi bilme hastalığı. Bir kişi de çıkıp “ ya bu konu benim pek ilgimi çekmiyor. Söyleyecek lafım yok, demez. Yaşarken göremem belki ama tedavisi bulunacak bir gün. Umudum var. Aşısı çıkar görürsünüz bak. Tek dozda iyileşiveririz. Aşı karşıtları mı çıkar? Onlar her şeyi bilmeye devam eder diyorsunuz. Öyle mi?
Bu toplumsal kültürün bir bireyi olarak ben de aynı hastalığın pençesindeyim. Üstelik benim hastalığımın ukalalık gibi bir yan semptomu da var. Neyse ki Meteorolojiden anlamam. Coğrafyadan veya kent planlamasından da… Ayancık’ı olduğu gibi, gördüğüm gibi severim. Ekmeğini yedim, suyunu içtim. Hatta gecelediğim bile oldu. Güzel insanlar tanıdım Yüreği kocaman, cömert insanlar. Memleketine, insanına, doğasına aşık ve düşleri olan insanlar. Coğrafyasının endemik çeşitliliği gibi yaşayanları da çok farklı etnik renkten oluşur. Gürcü, Çerkes, Abaza, Selanik göçmeni, Trabzon kökenliler, Anadolu’nun bir yerinden orman işletmesinde çalışmak için gelip yerleşmiş aileler.
Her ilçe ve kent için ilginç bir yerleşim biçimi vardır denilebilir. Bu çok klişe bir tanımlamadır. Ayancık’ın önemli bir kısmı aslında Ayancık Çayının alüvyonları ile oluşmuş düzlükte ve çay kenarında yer alır. Çünkü arkasındaki sarp yamaç geriye doğru yapılaşmayı engellemektedir. Her zaman Ayancık çayının kent ile ilişkisi daha önceleri yaşanmış bir taşkın hikayesi barındırır. Yanılmıyorsam bin dokuz altmış iki yılındaki sel felaketi hiç unutulmayanlardan biridir. Yıllar içeresinde Ayancık çayında taşkın önleme ile ilgili birçok çalışma yapıldı. Çayın etrafına setler yapıldı. Dere yatağı her yıl iş makineleri ile düzeltildi. Çayın deniz ile buluştuğu yerde deniz kıyısına taştan bariyerler inşaa edildi. Dışarıdan bir gözle bakıldığında bu taş setler çirkin oldu bile denebilir. Ama belli bir yere kadar da etkili oldu.
Yarın, ertesi gün veya önümüzdeki kış Ayancık Çayı’nın taşıp ilçeyi su basabilir. Bu defa Yenikkonak ve Zaviye Derelerinin suyu kasabaya giren ilk köprüye bile gelmeden taşıp sokaklara girmiş gibi görünüyor. Yeni binalar yapılırken çayın kenarına daha önce inşa edilen tümsekler de ortadan kalkmış sanki.
Metrekareye iki yüz yirmi dört kilogram yağmur iyi ki orta Anadolu bozkırına yağmadı. Kastamonu ve Sinop orman dokusu zengin olduğu halde bu kadar zarar gördü. Bakıp, görüp, birilerini arayıp üzülmek dışında bir şey yaptığımız yok. Elektrikler kesilmiş, sular akmıyormuş. İçme suyu sağlanması bir hayli de zaman alacaktır. Can kaybı olmadığı için de seviniyoruz.
Bir konuda birkaç cümle söyleyince illa bir çözüm önerisi beklenir. Birkaç beylik cümle etmeye hiç niyetim yok. Alınan tüm önlemlere rağmen Ayancık Çayı ile ilçe merkezi bir süre daha birbiriyle kucaklaşmaya devam edecekler diye düşünüyorum. Çözüm mutlaka orada yaşayan ve selden canı yananların aklıyla üretilebilir. Diyelim ki ilçe merkezini alıp çaydan uzağa taşıdınız. Yeni evleriniz, sokaklarınız, dükkanlarınız, limanınız hatta yeni komşularınız oldu. Ama bildiğimiz, sevdiğimiz ve kendimizi ait hissettiğimiz Ayancık orası olabilir mi?
Ayancık’da yaşayan tanıdığım, sevdiğim, hiç tanımadığım, görmediğim tüm sakinlerine geçmiş olsun diyorum. Yeniden başlamak, çamur temizlemek, üzülmek ve öfkelenmek için de kolay gelsin….
Ağustos 2021
Seyfullah