15.4 C
İstanbul
8 Mayıs 2024, Çarşamba
spot_img

HACIRAHMANLI’DA ESKİ BİR SABAH

CHP kahvesindeki radyodan sabahın en taze, en hafif, en duru vaktinde kederli bir bozlak havası bütün çarşıya yayılıyordu.
Gızılırmak can incitme sen bugün
Mübarek günlerde sel bayram eder
Kitabın gavlince dağlar al geymiş
Garışmış çiçeğe çöl bayram eder…
Duvarlara tırmanan asmaların, hanımellerinin ve akşamsefalarının yaprakları irkilerek uyanıyordu. Bastonuna yaslanarak yürüyen yaşlı bir adam fırına ekmeğe gidiyordu. Ayağının biri ötekinden dağa ağır, daha aksak, daha dermansız… Yanından koşarak geçen köpeğe vuracak gibi bastonunu kaldırdı. Baston yerden kesilmeden köpek ok gibi geçip gitti. Adamın dengesi bozuldu. Hayıflandı, beceriksizliğine kızdı. Etrafına bakındı. Ona bakacak, beceriksizliğine gülecek hiç kimse yoktu. Köpeğin ardı sıra döndü. Arkasından tükürdü. O tükürünceye kadar köpek belki kırk metre uzaklaşmıştı.

Biliyorum yavru zengin kızısın
Gölgede büyümüş emlik kuzusun
Sabahınan doğan tan yıldızısın
Şavgın bizim eve de vurdu sevdiğim…

Gazcı Şerif Küçük Mera patikalarından geçip istasyona, yedi buçuk trenine gidenlere baktı. Birkaç genç, sekiz köşe kasketli birkaç erkek, pazenden çiçekli şalvarlı birkaç kadın Manisa’ya gitmek için istasyonda bekliyordu. İçlerinde konuştuğu, lafladığı hiç kimse yoktu. Sulamayı alıp tulumbanın başına yürüdü. Fidan yastıklarının naylon örtüsünü kaldırdı. Sulamanın süzgecinden tütün fidelerinin üzerine uzayan ince iplikler gibi su döktü. Sonra karısı ahırdan inekli birlikte çıkıp geldi. İneği sokağa savuşturdu. Alışkın inek köyün sığırlarının toplandığı dutluğun altına doğru yürüdü. Yaşlı kadın öteki sulamayı alıp tulumbanın sapına yapıştı. Gazcı Şerif bir sigara yaktı. Çiçeğini yeni dökmüş erik ağacının yanında boylu boyunca yatan kütüğe oturdu. Karısına seslendi.
– Üçüncü sırada çürüme var. Tam ortasında. Mavi küf olabilir.
– Üstünü açık bırakalım. Güneş fayda eder belki.
– Kör olasıca küf nerden gelmiş? Sulama da küflü değil.
– Sulamanın küfü başka bu başka… Olacağı Varmış.

Sulu Ali atını arabaya koştu. Pulluğu kaldırıp arabaya attı. Atın yem torbasını saman ve arpa ezmesi koydu. Ekmek sepetini, testisini aldı. Çift kanatlı sokak kapısını açıp atı ve arabayı dışarı sürdü. Dizginlere asılıp deh, dedi. Taş döşenmiş yolda demir çemberli tekerlekler takırdayarak ilerledi. Bu ses sokaktaki köpekleri harekete geçirdi. Bir kaçı yattığı yerden fırlayıp arabaya doğru koştular. Bir şey yapacakları yoktu ama şimdi at ürkerdi. Ve arabayı devirebilirdi. Arabanın oklarına basarak aşağıya indi. Elindeki kırbacı köpeklere doğru savurdu. At yavaş yavaş yürümeye devam ediyordu. Köpekler kırbacın, deri kaytanın tadını iyi biliyorlardı. Havlamaktan ve ata doğru koşmaktan vazgeçip yattıkları yere döndüler. Köprüye yakın evlerin birinde radyo çalıyordu. Sabah türküleri hala bitmemişti.
Hapishanelere güneş doğmuyor.
Geçiyor ömrüm günüm dolmuyor.
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor.
Yok mu hapishanede beni arayan.
Bu zindanda öleyim canım gardiyan.

Keçici Yaşar bütün davarı önüne katmış asfalta doğru sürüyordu. Bekçi Şaban peşinden oflaya
puflaya yetişti.
-Keçilere dikkat edecekmişsin, dedi. Çamları yemesinler. Başkan söyledi.
Yolun kıyısında fıstık çamları yeni dikilmişti. Dikilir dikilmez de etraflarına tahtadan kafesler çakılmıştı. Ne kadar kollarsan kolla kafesler olmasa keçiler hepsinin tepelerini koparıverirdi. Sürü asfaltı aşıp mezarlığa doğru ilerleyince kocaman bir toz bulutu kalktı. Sığırtmaç da rahat bir nefes aldı. Bok arabası sabah yükünü boşaltmış köye dönüyordu. Keçici Yaşar’ı elini kaldırarak selam verdi. Bok arabası demir bir varil ve dört tekerlekten ibaretti. Bu tuhaf arabayı tek bir at çekiyordu. Bizim köyde Bokçu’yu herkes tanır ama adını bilen çıkmaz. Bu adam çağrıldığı evlerin dolu lağım çukurlarını ovanın tenhalarına götürüp boşaltır. Bizim köyde oturmadığı için fazla insanla yüz göz olmazdı. Sürekli lağım koktuğu için kimse yanına yaklaşmayı da istemezdi. Bundan dolayı kahveye çıkamaz, insan içine karışamazdı. Arabası geçtiği yollara siyah çamura dönmüş lağım suları damlatırdı. Kokusundan geçtiği sokakları kolayca anlaşılırdı.

Hacı Şaban sabah namazından sonra Koca Kahveye oturmuş kuşluk vaktini bekliyordu. Bazen laflayacak birilerini bulur, bazen bir başına otururdu. Bu sabah kendine arkadaş olarak Çolak Yaşar’ı bulmuştu. Hem komşu hem de günü sadece beş vakit camiye gidip gelmekle geçiren iki yaşlıydılar. Onların yaşındaki insanlar artık güçten kuvvetten düştükleri için tarla, çift çubuk işlerinden ayrıcalıklı olurlardı. Hacı Şaban, bin dokuz yüz almış senesinin temmuz ayından beri gâvurların aya gittiği haberine takıntılıydı. Bunu inancına bir saldırı, Müslümana hakaret gibi görüyordu. Bu sabah Çolak Yaşar’ın çekeceği vardı. Çünkü söyleyeceklerini artık ezbere biliyordu. Zaten koca köyde onun ne söyleyeceğini bilmeyen kimse de kalmamıştı.

-Aya gidilmez, dedi. Gavur işte imansızın önde gideni. Onlardan her türlü kötülük beklenir. Yaratana şirk koşuyorlar. Teyyare gibi bir şeye binmişler. Sözde aya gitmişler. Ben televizyonda kendi gözlerimle gördüm. Ay dedikleri bir çöl. Toz, toprak içinde bir yer. Çevir gözünü de bak bakalım. Ay öyle toz toprak içinde mi? Kalaylı kazan gibi pırıl pırıl. İnsanların aklını karıştırmak, imanlarını zayıflatmak istiyorlar. Peygamberler bile arşa yükseldi ama aya gitmedi. İki yerinden lehimlenmiş bir teneke kutuyla binilip aya mı gidilir?
Çolak Yaşar sadece dinledi. Bir şey söylese Hacı Şaban iyice alevlenir, coşardı. Daha önce lafı çevirmeyi denemişti. Ama o coşunca para etmiyordu. Kurulmuş plak gibi aklındakileri sayıp dökmeden bu fasıl bitmiyordu. Yeni yetme çırağa iki çay işaret etti. Çay içerken soluklanır belki diye düşündü. Tamam, o da Hacı Şaban’a hak veriyordu. Ama hep aynı plak dönüp durdukça insan canından beziyordu.

-İnsanın imanı sağlam olmalı. Gerisi fasa fiso, dedi…
Gözlüklü Ahmet kahveye geldi. İzzet Aga’nın yanına oturdu. İzzet Aga eline yeni boşta kalmış Günaydın gazetesini aldı. İzzet Aga koca köyde sadece kendisi okuma yazma bilirmiş gibi bütün kahveye gazeteyi sesli okurdu. Bazen de işi şakaya vurur okuduklarının arasına gazetede yazmayan haberler uydururdu. O gün de öyle yaptı.

– Tirkeş Canavarı Hasan, saklandığı yerden çıkıp komşusu İsmail’i vurdu. Böylece işlediği
cinayetlerin sayısı dört oldu. Bir manga Jandarma her yerde Hasan’ı arıyor. Köye yaptıkları baskınlarda bir sonuç alınamadı. Hasan köylülerine “Kaynımı öldürmeden teslim olmam,” diye haber salmış. Köy sakinleri evlerine kapındı. Tirkeş Canavarının korkusundan günlerdir kimse evinden çıkmıyormuş.

Koca kahvede sandık gibi kocaman lambalı radyo yeni bir türküye başlamıştı.
Hayda bre Yusuf , Kara Yusuf, Gel gayrık eve
Gelmem anam, gelmem babam,
İlanım çıkmış, ben gelmem eve

Nisan 2020
Seyfullah

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler