14.4 C
İstanbul
28 Nisan 2024, Pazar
spot_img

SİNOP’A GÜZELLEME

Sinop beni sevsin diye boşuna beklemeyin. O kaprisli bir sevgilidir. Siz onu seversiniz. Umutsuzca ve elinizde olmadan… Yaşadıkça, zamanla sindire sindire… O da size arada bir gülerek bakar. Sevdanızın karşılığı yoktur. Küçük gülücüklerle yetinmelisiniz. Ben bu kenti küçük bir kasabayken sevmiştim. Neden sevdiğimin bir yanıtı yok. Boş bir anıma gelmiştir belki. Farkında değilim. Şimdi büyüdü ve serpildi. Gece vakti Ada’dan baktığımızda Yalı Köyüne kadar ışıklar içinde görünüyor. Her yaz eskisinden daha kalabalık ve gürültülü olmaya başladı. Kasım’dan itibaren depresif bir kış uykusuna yatıncaya kadar.

Bizim kavuşmamız bir dert, ayrılmamız ise otuz iki kısmı tekmil bir macera. Senden ayrıldığım akşam limana yağmur değil ay ışığı yağıyordu. Korucuk kıyıları tel tel gümüşten örülmüş bir gerdanlık takınmıştı. Karadeniz’in öfkesinden kaçıp gelen gemilerin ışıkları suskun ve cılızdı. Bu kocaman ay az önce soluk soluğa koşup geldi. Rüyalar ülkesinden. Şimdi ne ağaçlar bildiğimiz ağaç ne evler, ne sokaklar, ne de sahilde oturan insanlar. Gölgeleriyle her insan iki tane oluvermiş. Gemiler, ağaçlar, insanlar, kediler ve köpekler… Her şey iki tane… Sahilden adaya doğru koşup giden arabalar kendi gölgelerini yakalaya çalışan kedi yavrularına benziyor. Ayın altında gölgeleri bir tek yazarlar yakalayabilir. Bunun da tek bir yöntemi vardır. Bu bir sırdır. Ben söylemedim. Siz de duymadınız. En iyisi kulağınıza fısıldayayım. Son damlası bardağa yeni yuvarlanmış bir şarap şişesi almıştır. Gölgeleri eliyle yakalayamaz. Ağzıyla tek toplamıştır. Şiir şiir, şarkı şarkı. Sonra da şişenin mantarını bastırıvermiştir. Gölgeler şimdi şarap kokmaktadır ve ıslak mantar. Ay batıncaya kadar da sarhoş kalacaklardır.

Her kentin dokunulmazları ve renkli insanları vardır. Tarzan kemal Abimizi yitirdik. Şimdi onun gibi takılan Bir Romantik İsmail’imiz var. Artık o da eskisi kadar dinç ve enerjik değil. Yaşlanmış demek ayıptır ama çökmüş biraz… Benim esas adamım Sakarya Caddesinin Yakışıklısı… Fötr şapka, kravat ve takım elbise, rugan ayakkabılar tam on numara. Her zaman traşlı da üstelik. Elindeki radyo mu yeni moda bulu tutlu (mavi diş) bir alet mi anlayamadım. Ama her zaman çift davul ve çift zurnalı Sinop oyun havaları çalar. Son zamanlarda azıcık bozmuş kendini. Ankara havalarına takılmaya başlamış. Erik dalı da nerden çıktı kine? Her ne çalarsa çalsın, ben sokaklarda yankılanan davul ile zurna sesine ve dünyanın derdini takmayan bu insanlara hayranım.

Her aşkın cana eziyet yanları vardır. Sevdalım Sinop yazın yarısında sabahtan gündoğusu, öğlen sonrası da kara yel, poyraz. Azıcık dur be arkadaş. Azıcık çimelim… Çalkanıp durmaktan beynimiz, midemiz yayık oldu. Karıncaların su içtiği denizleri aratıyorsun. Haziran ve Temmuz da yazı boşuna arayıp durduk. Çileklerin tatlanamadı, kirazların kızardı ama yavandı. Dutların hiç olmadı. Yağmurlar kurban gitti çeltikler ve sebzeler. İki kez ekildi tarlalar, bahçeler. Şimdi de kestane yok, ceviz… Onlarca yıldır övgüler düzerdim Eylülüne… Renklerine söyleyecek sözüm yok. Dağların, ormanların, derelerin değil mi? Bizi pervaneler gibi ışığına tutsak eden. Sonbaharının ressamlığı, şairliği…

Nisi Göleti üzerinde her akşam bir akbalıkçıl kaybettiği sürüsünü arar. Çamların yeşili koyu gölgelerde silinirken… Salak mı bu havan? Ya da haylazın teki… Bence uyuyup kalıyordur sazların arasında. Bir değil beş değil. Sinop belki kuşların da kimyasını bozuyordur. Huylarını, sularını değiştiriyordur. Bir şehrin insanları neden ötekilerinden daha mutlu olsun. Gamsızlardır, hatta umursamaz… Kafaları güzel belki de…

***

Balık neden yok bu Eylül dedim. Nerede bu istavrit ile palamut? (Mersin’i sormadım) Bu sene yok yılıdır dediler. Zeytin mi sanki bu? Üstelik ben bin dokuz yüz seksen ikiden beri böylesini görmedim. Az olur, kıt olur, hızlıca geçip gider. Anlarım. Ama böylesine bir yokluk akıl alır gibi değil. Eylül de bayram havasında denize açılırdı Gırgırlar. Ne bayram oldu bu yol. Ne seyran. Balık tezgahlarına koştuk, tersaneye günde iki kez uğradık. Erkenden bir hamsi başladı. Karadeniz ağzımıza bir tutam bal çaldı bence. Gerisi yok. Mezgit öyle böyle, barbunya, tirsi falan… Sargan ve ispari da bir iki kez şenlendirdi tezgâhların ışıltılarını. Hala havuz çuprası, somonu… Yapma be Karadeniz. Boynu bükük koyma uşaklarını.

Kim ne hisseder, ne anlar, nasıl algılar? Aklım ermez. Sinop bir kadındır. Bendeki bu imge kentin adını Irmak Tanrıçasının kızından almasıyla ilgili değildir. Amazonla bir ilişki ilgi de kurmuyorum. Bu kent her sabah denizden çıkan bir kadındır. Kürek kemiklerine saylarından deniz suyu süzülmektedir. Yosun kokar gözleri, saçları tuz… Suyun serininden azıcık ürpermiş ve esrik… Orta boylu, olgun ve oturmuş çizgileriyle doğurgan bir kadın. Ben ona akşamdan kalma uykulu gözlerle bakarım. Hiç yokmuşum, hiç olmamışım gibi aldırmadan geçip gider.

Sinop güzel olmasına güzeldir ama elbette siyasi iktidarın kadife eldivenlerinin okşamasına da gereksinim duyar. Hükümetimizin bizi sahipsiz yetim bırakmaya gönlü razı olabilir mi? İnceburun’da onca ağacı kesmeselerdi örneğin, fener bu kadar çıplak görünemezdi. Uzaktan bakınca gürgenlerin arasında belli belirsiz bir beyazlık görecektik. Büyüklerimiz oturmuş, kafa patlatmış? Bu kentte ne eksik, öncelikli olarak ele alınması gereken proje nedir? Elbette millet bahçesi… Kentin ortasından sahile kadar uzanan millet bahçesi olmasaydı ne yapardık? Sahilde daha çok dondurmacı, mısırcı, çay bahçesi olmadan vatandaşın gereksinimlerine nasıl cevap verilecek? Oradaki yeşil alanlar yok edilmiş yapılanma olmuş. Laf mı yani? Olacak tabi… O kadar para harcayacaksın da bir iki çay bahçesi, bir kaç büfe, hela eklemeyecek misin?

Millet bahçesi nedir bilmez bu Sinoplular. Camisiz millet bahçesi mi olur? Sahile apollo uzay aracı gibi bir metal minare dikmeden, prefabrik görünümlü bir cami yapmadan bu proje eksik kalırdı. Aşıklarda dolaşırken namazın gelirse ne yapacaksın? Hükümetin yakınında üç tane camii varmış. Onlar eski cami… Sahile mesafesi iki yüz metre. Yaşlı ve yorgun adamlar nasıl çıkacaklar şimdi o beş derecelik yokuşu… Bu kentin insanına iyilik yaramaz. Giderler inatla muhalefete oy verirler. Daha çok camileri olsa inatlarından vaz geçerler belki. (Sahilin yirmi metre yakınında cami yapılmasının bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığını herkes biliyor. Muhalefete oy veren Sinop sakinlerine karşı kin ve öfkeyle, nefretle “ nasıl da koyduk” ifadesinin bir yanıtıdır. Millet bahçesi devlet eliyle bir müteahhitte verilmiş. Kazdılar, eştiler, kırdılar, döktüler. Ağaç, çiçek gibi düzenlemeler yaptılar. Onların gerekli bakımını yapmadılar ve hepsi kurudular. Çünkü onların öyle bir görevleri yok. İşi gerçekleştirip parasını alacaklar. Görkemli ve bol yağlı açılıştan sonra da çekip gidecekler.)

Sinop güzel bir kadındır. Yakından bakınca gözleri mavidir. Uzaktan yeşil… Olgun ve doğurgan bir kadın… Uçarı zamanları ve ilk gençliğin aldanışlarını çoktan ardında bırakmış. Gözlerine bir kez baktığınızda kanınıza karışır. Cinci hocalarda boşuna şifa aramayın. Dua ile muska ile kurtulamazsınız.

Güneş bazen öfkeli dalgalarla getirir sabahı. Adanın burnuna atar. Bazen ipekten bir giysinin düğmelerini tek tek çözerek çıkar denizden. Güneşi ve sabahı sadece balıkçılar bekler. Diğerleri akşamdan kalmadır. Uyanamaz… Sinop güzel bir kadındır. Bir kez görmen yeter. İçsen de sarhoşsun, içmesen de…

Ekim 2023 – İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler