20.4 C
İstanbul
4 Ekim 2024, Cuma
spot_img

Üniforma esintileri

Ben BAL’da okudum. O zamanlar Maarif Koleji denirdi. “Parasız” okul. Tanımın kendisi sakat. Çağrışımların peşine takılırsak; bedava, beleş, parasızların gittiği vs.vs. Adımımı attığım andan itibaren mutlu oldum orada… Dile kolay, yedi yıl cennette bir yaşam. Sonrasında ise bir ömür boyu göğsümde gururla taşıdığım şeref madalyası.

Alsancak’ta oturan varlıklı bir ailenin gözbebeği kızı olarak gittiğim o okulda, Anadolu diye bir şeyin varlığını öğrendim. Cebime koyup gittiğim disko müziklerini verdim, türküler aldım yüreğime. Her şey tek tek terk edip gitse de beni türküler hep yanı başımda kaldı. Hafif, pahalı, cafcaflı Malboromu koydum masanın üstüne Bafra’nın Anadolu kadar keskin, buruk tadını aldım. Sülalenin zeki, başarılı çocuğu olarak pohpohlanan egom sınav kazanıp Anadolu’nun her yerinden oraya gelenler karşısında öyle bir dağıldı ki o gün bu gündür bir araya gelemedi hiç.

Parasız okulun gündüzlü öğrencileri bir başka alt grup olan “parasız yatılı” arkadaşlarına sabahları kek, börek, çörek götürmeyi öğrendi orada. Akşamüstü evime dönerken ne garip bir hüzün yaşardım: herkes orada kaldı, geceyi birlikte geçirecek, birlikte yaşamaya devam edecekler ama ben tek başıma evde. Ben böyle öğrendim yürek kalabalığının her servetten daha görkemli bir servet olduğunu.

Okulumuz bir aidiyetti hepimiz için. Ama genç insana tek bir aidiyet yetmez. Bazılarımız sağcı, bazılarımız solcu oldu. Sonra alt aidiyetler: Maocu,Leninci vs.vs. O zamanlar bize önderlik eden kelli felli abiler bugün ortalara dökülüp “kandırıldık, birbirimize düşürüldük” dese de gerçek o değildi. Kimse bizi kandırmadı. Sadece hayal ettik. Daha iyi bir dünya hayal ettik, ona ulaşmak istedik, çorbaya tuz eklemeye çalıştık kendi bildiğimizce. Çünkü sıra arkadaşımızın sınıfsal kederini tanımıştık, sıra arkadaşımız ise bizim sınıfımızın açmazlarını. Çünkü biz Anadolu’yduk. Birbirimize merhem olmayı umduk.

Güncel “üniforma” kavgasına dokunan bir şeyler bu duygu ve akıl coğrafyasında bile geçerliydi. Elbette bir yandan “tektipe” hayır diye bağırırken bir yanımız deli gibi sevdi o üniformaları. “Tek başına” bireysellik adamı bozar çünkü. İnsanoğlu “bir başına” değil “bir arada” olmaya programlı, öyle mutlu oluyor. Bir şeylere ait olmak için bütün çabası. Bir aileye, bir inanca, bir topluma, insanlığın bütününe ait olma, onunla uyum içinde var olma çabası. Üniformalarımız da aidiyetlerimizden birinin simgesiydi işte.

Biz parasız okulun kızları lacivert gemp (kaybolmuş bir sözcük) giyerdik. Daha parasız okullar ise siyah önlük. Amerikan Kolejinin kızları ise plili etek giyerdi. Ve itiraf edelim ki çok hoş görünürdüler. Hiç küçümsemeyin, genç ruhu için çok önemli bir şeydi. Bu uygulama sayesinde “biçimsel olarak” başka dünyaların gençleriydik. Pli etekli kızlar, lacivert gempli kızlar ve siyah önlüklü kızlar. “İçsel olarak” benzerliklerimize ulaşmak, bütünleşebilmek için önce bu” biçimsel” engeli aşmak gerekiyordu ki bir genç için fazla ağır bir görev. Rollerimiz de aşağı yukarı bu “biçimlere” uygun olarak belirlenmişti.

Ama günün birinde kim olduğunu hatırlamadığım akıllı bir adam, her okul kendi kıyafetini kendi belirlesin dedi. Demokrasi beşiği BAL yönetimi de dönüp bize sordu: Ne giymek istersiniz? Çok geçmeden plili eteklerimize kavuşmuştuk. Tüm “parasız” okullar tercihlerini plili etekten yana kullandı. Kentin sokakları bir anda çeşitli renklerde kareli eteklerle cıvıldaşan kızlarla doldu. Birbirimize (hadi itiraf edelim kıskançlıkla değil) gülümseyerek bakmaya başladık. Gemplerimizi, siyah önlükleri sevgiyle katlayıp dolabımıza kaldırırken aslında bizi birbirimizden ayıran biçimsel bir sınırı da kaldırmaktaydık. Daha da önemlisi bunun bilincindeydik.

Sonradan üç kız çocuğunu okula yollayan bir kadın olarak o üniforma sevgisinin kuşaklar boyunca sürüp gittiğini izleme şansım oldu. Yılların rüzgarı evin bir tarafından girip diğer tarafından çıkarken yanına her şeyi kattı ama bir tek dört kadının okul üniformalarını yanına katıp götürmedi. Rüzgar bile aidiyetlerimize saygı duydu. Çünkü üniformalarımız bize gençliğimizi anımsatmaz. O görevi yerine getirecek binlerce başka obje var. Üniformalarımız bize “tektip” “idea”mızı anımsatır. Mustafa Kemal’den uzanan bir idea. Okumak, adam olmak, öğrenmek, meslek sahibi olmak, gelişmek, ayakta durmak çabasının simgesidir üniformalar. “Tek tip bir hayal” ya da “ortak ülkü”.

Şimdi diyorlar ki üniforma kötüymüş, kaldırılmalıymış ve hatta kaldırılmış. Size öyle geliyor beyler ama sizinle tartışabilmek mümkün değil. Türban üniforması iyidir ama diğer üniformalar kötüdür öyle mi? Bana öyle geliyor ki her zaman olduğu gibi, tarih değil hatalar tekerrür edecek; sadece türbanlılar ve özel okullar üniformalarını koruyacaklar. Sadece onlar “ait” olacak. Ülkenin geri kalan gençleri ise t-shirt ve kotlarıyla gerçek anlamda “sürüde” kalacak. Bu uygulamayla, zaten küçük olan dünyamız artık türbanlı kızlar ve kolejli kızlar sınıflarından ibaret olacak. Bu da tektipin feriştahıdır ama hadi biraz dürüst olalım; büyüklerin dünyası da tam olarak bu iki sınıftan ibaret değil mi?

O halde geriye şiir kalır:

söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün

o şehrâyin fakat çıkar mı akıldan
çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
sırılsıklam âşık incesaz
kadehlerin mehtaba kaldırılması
adeta düğün
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün

Attila İlhan.

Ayşen Tekşen

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,320AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler