15.4 C
İstanbul
26 Nisan 2024, Cuma
spot_img

GÂVUR ABLA VE İHANETLERİ 6

“Kardeşlerin birbirlerine karşı bazı görevleri bulunmaktadır. Büyük kardeşler küçüklerine sevgi ve şefkat göstermeli, küçükler de büyüklerine saygı ve hürmette kusur etmemelidir. Birbirlerini kıskanmamalı, birbirlerinin haklarına saygı duymalıdır. Kardeşler birbirlerine maddi manevi destekçi olmalıdır. Ömür boyu kuracakları bağa ve ailevi aidiyete sahip çıkmalıdırlar.” Tüm bu görevler, ilköğretim kitaplarında ahlak derslerinde yer alır. Biz öğretmenler, yetişkinler, çocukluk çağı bitmeden kardeş sevgisini ve kardeşliğin değerini öğretmek isteriz. Ne kadar önemli değil mi?
Bahsi geçen kardeşlik görevlerinin belki de sadece yüzde onunu gerçekleştirmiş olan ablamı, bir mahkeme salonuna koyup sorgulamaya başlasanız, kardeşlik görevlerini yerine getirip getirmediğini sorsanız, size “her zaman harika bir abla” olduğu söyleyecektir. Kardeşlik görevlerini yerine getirdiğini, benim için her şeyi yaptığını anlatacaktır. Ama öz ablamın size anlatamayacağı bir şey olacak: “kardeş sevgisi”. Bana hiçbir zaman bir kardeş sevgisi göstermediğinden görevlerini yerine getirmiş olamaz. Beni hiç sevmemesi ve çirkin ördek yavrusu gibi her zaman ve her yerde itmesi, gavur ablamın ne kadar kardeş olduğunu gösterir. Sevgisizlik, mahkeme odasında soracağınız tüm soruların cevabını yanıtlayacaktır.

Benim kardeşlik hikayelerim, tüm şeffaflığı ile bir ablanın tek ve öz kız kardeşine yaptığı ihanetlerden ibarettir. Ne eksik ne de fazla.
***

Zor ve sıkıntılı günlerin içindeyim. Hayatın inişli çıkışlı dönemlerinden indiğim ve sonunu görmekten korkarak yaşadığım ama bir o kadar da kararımdan emin olduğum bir zamandayım. Hatırlamaya çalıştıkça bile her şey bulanık. Beyniniz, kötü zamanlarınızı ya da hatırlamak istemediğiniz anıları hafızadan çok kolay silebiliyor. Yeter ki siz silinmesini isteyin. Benim de hafızamdan silmek istediğim bir dönem. Zor ve ciddi bir kararın eşiğindeyim. Bir yandan işyerim devredilmiş, personel gelen yeniliklerden ayaklanmış, haklar hukuklar her şey karmakarışık; bir yandan da kendi evimin ortasında sönmeyen ateş, her gün içimi dışımı yakıyor, kaçmam gerek, yavrumu alıp nerelere giderim onu düşünüyorum? Gitsem nereye giderim, kalsam ateşin ortasında kül olup ufalanacağım, her gün eriyip sonunda yok olacağım. Öyle bir yokluk ki her anında sevgisizlik, değersizlik, ilgisizlikten karanlık bir kuyu gibi. Beni yakan ateşin ağır bencilliğine karışan cimrilik, bir kadını çıldırtacak cinsten.

Konuşmam gerek, danışmam gerek, gavur ablama gidiyorum. İzin verse omuzunda ağlayacağım, hıçkırarak belki de isyan ederek? Ama yapamıyorum, çünkü o, karşımdaki koltukta bacak bacak üstüne oturmuş, ne söyleyeceğimi bekliyor. Evine gitmemden hoşnutsuz sanki? Durumu anlatıyorum. Zaten bildiği ve daima beni çekiştirdiği sorunlarımı yeniden dinliyor. Yüzü ifadesiz, dudağının ucunda pişkin bir gülümseme, acı çekmemden hoşlandığını artık hissediyorum. Ama denize düşen yılana sarılır misali, ablama gelmişim dertleşiyorum. Onun küçük aklından ne zehirli senaryolar geçiyor kim bilir? İnce dudaklarını aralayıp: “ben sana o adamla evlenme demiştim” diyor. Aklımdan geçen cevabı ona söylemek istiyorum: “Geçmişin ne önemi var? Şu an, yıllar geçmiş üzerinden, evladım bile var, ama yürümüyor işte, buna en büyük şahit de sensin abla!” demek istiyorum diyemiyorum. Zihnim konuşmaya devam ediyor: “Ne biçim baba, eve gelmiyor, çocuğu ile ilgilenmiyor. Sen diyordun ya?”
Gavur ablam her anlattığım tatsız duruma bir şeyler uydurup beni suçluyor, beni ateşin içinde yakanı savunuyor, hem de onu bir zamanlar kötülediği halde? Konuşmamın anlamı yok gibi. En sonunda bana şu cevabı veriyor: “Kafanı ey! Bu adamı sen seçtin, onunla yaşayacaksın!” Bu sert sözler yüzüme tokat gibi vuruyor, gözlerim ıslanıyor. Karşımda soğuk bir yılan gibi çöreklenmiş gavur ablamın kalbime olan ilk ısırığını hissediyorum. Onun yanından biran önce gitmem gerek. Gerçekten de denize düşmüşüm ve yılana sarılmışım. “Nasıl olur abla, sen benim acılarıma şahitsin?” diyorum, öz kardeşimin benim tarafımı tutmasını arzulayarak yaşlı gözlerle daha fazla acımı anlatmaya çalışıyorum. Fakat beni dinlemek istemiyor, bana karşı çıkıyor: “Ey kafanı, bu hayatı sen seçtin, ayrılıp dul damgası mı yiyeceksin!” diyor.

İçimdeki isyan güçleniyor: “Neden mutsuz yaşamaya devam edeyim ki?” diyorum. Bana karşı duyduğu sevgisizliği karanlık gözlerinin içinde hissederken, yılan vücudundan yayılan soğukluk vücudumu titretiyor. İçimden “Bu benim kardeşim olamaz!” diyorum. Ya gerçekten ruh sağlığı bozuk ya da gerçek ablam değil! Bir insan kardeşine bunu yapamaz! Donuk yüzünde ifade yok. Dudağının ucunda ise herkesin göremeyeceği tebessümünde: “acı çek küçük kardeşim, mutsuz ol” ifadesi var. Başımı fena döndüren bu düşüncelerle son bir şey söylemek istiyorum: “neden bana, öz kardeşine sahip çıkmıyorsun? Neden düne kadar kötülediğin birini savunuyorsun, haklı olduğumu bildiğin halde?” Sorularıma duygusuzca cevap veriyor: “İstediğimin tarafını tutarım, o bana bir şey yapmadı.” Gavur ablam adeta tıslıyor. Anlamaya çalışıyorum, soruyorum: “İyi de ben sana ne yaptım ki? Kardeş olan biziz, neler yaşadığımı biliyorsun.” Deyip gavur ablamın içinde var olabilecek küçük bir merhametinden umut bekliyorum. Ama nafile! Söylediklerime daha çok öfkelenerek işaret parmağını havaya kaldırıyor: “Ayrıl da gör gününü, dul damgası ye, beter olacaksın, kızın da çok kötü bir çocuk olacak, göreceksin!” diyor. Gavur ablamın bu sözleri kalbime saplanan son ısırıkları oluyor. Gelecekte ne olacağını söylemekten çok, bana ve çocuğuma bir beddua sözleri gibi çıkıyor çatallı dilli ağzından. Karşımda duran bu soğuk yılanın yanından onu bir daha görmemek üzere ayrılmak istiyorum, ayağa kalkıyorum. Yüzüne bakmadan: “Söyleyeceklerin bu kadar mı? soruyorum. “Evet.” diyor gavur ablam. “Peki o zaman, kendinize iyi bakın.” diyorum, sonsuza dek onu görmeme kararını vererek kapıya yürüyorum. Arkamdan gelen soğuk nefesle karışık tıslama sesini duyuyorum: “Biz zaten kendimize iyi bakıyoruz.” Gavur ablamın kapısını bir daha açmamak üzere kapatıyorum. Gözlerimden dökülen yaşlar öz kardeşime veda hüznünden oluyor.

Yıllar geçmiş olsa bile hatırlamak istemediğim ve hafızamdan silinmesini istediğim buğulu hatıramın beni hep düşündüren bir yanı var. Gavur ablam kapının arkasında kaldığında ne hissetmişti? Belki de içten içe yıllarca kıskandığı kardeşinin yani benim böyle üzgün olmama sevinmişti. Çünkü daha sonraki zamanda hayatımın ateşi olan insanla farklı bir bağ kuracak, bu kişi ile uzun seyahatlere gidecek, hatta davamda karşı tarafa kendi eşini şahit edecekti. Bu yaptıkları akıl almaz işler olup bir öz kardeşin uğradığı ihanetin en büyük olanıydı. Kız kardeşinin ayrıldığı adamla birlikte planlar yapmak? Buna yurt dışı seyahati de dahil! İnanılmaz bir ihanete uğramıştım. Bu affedilir gibi değildi. Tüm yaşananlar kardeşliğin özlüğü olamazdı. Ancak ayrı babalardan olmalıydık ki kan bağımız belki de hiç yoktu ve kız kardeşine bu ihanetleri yapacak kadar soğukkanlı olabiliyordu. Dediğim gibi ya ruhsal olarak çok hastaydı ya da gerçekten kan bağımız yoktu.

Devam edecek…

Nevriye Gürel

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler