13 C
İstanbul
29 Nisan 2024, Pazartesi
spot_img

İNSANLIĞIN TUHAF İLİŞKİLERİ – EMİNE / 3

Yaz vaktinde hava, şehrin kalabalığında daha çok rehavet verir. Bunalırsın, terlersin, nefes alamaz olursun. Sürekli susatır sıcak havalar. Işıl, böyle havaları sevmediği gibi, şehrin kalabalığından da kurtulma derdinde olurdu. Yaşadığı yere sadece bir saat uzaklıkta bulunan akrabasının yazlığında kalacak yer vardı ve hafta sonu için plan yapabilirdi. Çok fazla düşünmeden hemen akrabasını aradı ve hafta sonu için müsait olup olmadıklarını sordu. Müsaittiler. Deniz, kum, güneş… Işıl, daha fazla ne isteyebilirdi ki? Günler hızla geçerken hayatın anlamını daha fazla hissetmek, daha güzel yaşamak ve en önemlisi değer verdiği insanlarla geçmişe güzel hatıralar bırakmak Işıl’ın istediklerindendi. Bu nedenle sevdiği arkadaşlarından Emine’yi de yalnız bırakmamaya çalışıyordu. Her ne kadar yeni boşanmış arkadaşının etrafında çakal gibi dolaşan eski kocası varsa da buna aldırış etmiyordu. Emine’nin yanlış kararlarına bazen kızıyor, arkadaşının yaşadığı boşluğu düşünerek davranışlarını normal karşılıyordu. Işıl, Emine’yi de yazlığa davet etmek istedi. Ama önce ev sahiplerini arayıp onay alması gerekiyordu. Emine ve kızı için farklı bir hafta sonu olacaktı. Gerçi tatil meselesinden sonra arkadaşına biraz kırgın olsa da içinden arkadaşına destek olmak geliyordu. Hem de Emine’nin doğum gününü orada kutlayabilirlerdi. Harika olacaktı.

Işıl, akrabasının davetinden sonra Emine ile konuştu ve hafta sonu planını yaptılar. Işıl arkadaşının doğum günü için küçük bir hazırlık da yapmıştı. Kimya mezunu komşu kızı, orijinal ve kalıcı parfümler üretiyordu. Bu güzel parfümlerden bir tane Emine için satın aldı, kokusu çok güzeldi ve çok fazla kimyasalı olmadığından organik sayılırdı. Aksesuarcıdan aldığı küpeler, arkadaşına çok yakışacaktı. Işıl, kızını da düşünmüş, ona da renkli bir kupa almıştı. Pasta işini, yazlığın marketine yakın pastaneden çözebilirdi. Organizasyon tamamdı.

Hafta sonu geldiğinde Işıl, arabayla önce Emine ve kızını evinden aldı, sonra da yazlığın yolunu tuttular. Emine’nin kızı durmadan konuşan bir kızdı. Sürekli kendi konuşsun istiyordu. Emine ve Işıl, sohbet etmeye başladığında onların sözünü kesiyor sonra kendisi bir şeyler anlatıyordu. Işıl bu duruma alışkındı. Kıza saygısından hiçbir şey demiyordu. Sadece dinliyordu.

Yazlığın sahipleri karı koca onları verandada karşıladı. Bahçede meyve ağaçları, toprakta sebzeler sıra sıra ekilmişti. Her yer yemyeşildi. Kuş cıvıltıları ve horozun uzaktan gelen sesi köy hayatının huzurunu yansıtıyordu. Yeşil yapraklarıyla hışırdayan ağaçların arasında neşeli kahkahaları ile bahçeyi dolaştılar. Işıl, arkadaşı Emine’yi mutlu gördüğü için çok seviniyordu. Evin verandasında kahve içip sohbet ettiler, hazırlanıp denize gittiler, yüzdüler, kumsalda güneşlendiler, vakit harika geçmişti. Akşam kumsaldan dönüşte pastaneye uğrayıp Işıl, kocaman doğum günü pastası almıştı. Doğum günü partisi için de her şey hazırdı.

Akşam yemeğinden sonra pasta kesme zamanı geldi. Mumları üfleyen Emine, tebrikleri için teşekkür ederken Işıl, hediye paketini uzattı. İçinde parfüm ve küpeler vardı. Emine, paketi açtı ve içindekileri görünce sanki pek bir sevinmedi. Parfümü kokladıktan sonra: “Ben doldurma parfüm kullanamıyorum Işıl.” Dedikten sonra elindekini masanın üzerine iliştirdi. Bu sözler, Işıl’a bir tokat gibi yapıştı. Çünkü Işıl, ona nasıl özel bir parfüm olduğunu anlatmıştı. Elinde küpeleri tutan Emine: “ Küpeler çok güzel teşekkür ediyorum ama ben bunları takamam, vücudum alerji yapıyor, sadece altın takabiliyorum canım, biliyorsun.” Deyince Işıl’ın sinirleri iyice bozuldu. Sahteden bir gülücükle masadaki tabakları toplamaya başladı. Işıl düşünüyordu: “Yaptığı iyiliklerin değerini anlamayan bu arkadaşını yazlığa getirmekle hata mı yapmıştı, yoksa en büyük hata böyle biriyle arkadaş mı olmaktı?” Emine, kendisine yapılanları düşünmeyecek kadar aptal mıydı, yoksa bu tür iyiliklere alışık olmadığı için mi anlayamıyordu? Işıl, davul dengi dengini çalar sözünü düşündü, bu sadece evlilik için değildi, arkadaşlık için de geçerliydi. Emine onun dengi değildi belki de? Bir köyde doğmuş ve büyümüş bir kız ki hayatı sadece bir semtte geçmiş biri, Işıl’ın yaptığı inceliği, düşünceyi anlamayacak bir kızdı. Işıl’ın bu kaçıncı hayal kırıklığıydı? Artık bu iyiliklerden vazgeçmesi gerektiğini anlamıştı. Emine onun için bu kadar çaba sarf etmemişti ki? Hatta Işıl’ın doğum gününü bile hatırlamıyordu. Tüm bunlar, bu dostluğun yavaş yavaş biteceğini gösteriyordu.

***
Işıl, yazlık zamanından sonra Emine ile uzun bir süre görüşmedi. Arada bir telefonla arayarak hal hatır soruyordu, ancak Işıl’ın kalbi yeterince kırılmıştı. Beş altı ay geçmişti ki Işıl, hayatının derin bir çıkmazına girdiğinde sohbet edecek bir arkadaş, bir dosta ihtiyacı olduğu zaman Emine’yi aradı:
“Emine, nasılsın? Ben pek iyi değilim!”
“Merhaba Işıl’cım. Hayırdır ne oldu?”
“Vaktin varsa gelsen de yüz yüze görüşsek anlatsam. Uzun hikâye.”
“Şey bugün Pazar, yarın iş var, banyo zamanı, işe hazırlanacağım, ütü falan var. Sen bize gel.”
“Ben gelemem, arabam yok biliyorsun. Ayrıca sizin evde annen ve kızın var. Duymalarını istemem.”
“Evet haklısın. Bak ne diyeceğim hafta içi buluşalım mı? Daha rahat olur.”
“Peki dostum, sana iyi akşamlar.”
“İyi akşamlar Işıl’cım.”
Emine on dakikalık yolu gelememişti. Işıl için bir hayal kırıklığı daha oldu. Kendisine en yakın sandığı arkadaşı, yanında yoktu. Oysaki Işıl, dertleşmek istemişti, konuşmak istemişti. Emine’nin bahanesi bahane değildi. Işıl, onun yerinde olsa, taksiye atlar yine de gelirdi arkadaşı için ama Emine gelmemişti, bunu yapmamıştı. Bu da dostluklarından kalan son kırıntının tuza dönüşmesi oldu. Işıl, arkadaşına karşı içindeki duygu boşluğunu hissetti. Emine için neler yapmıştı ama ona en çok ihtiyaç duyduğu zamanda Emine yoktu. Gelmemişti. En kötüsü de bu konuşmadan sonra bir hafta geçmesine rağmen Emine verdiği sözü tutmamıştı. Bir defa bile aramamıştı Işıl’ı. Hani hafta içi buluşacaklardı? Hani öyle demişti Emine? Işıl’a böyle mi değer veriyordu? Işıl, onun telefonunu bir hafta beklemişti, bu aslında arkadaşı için son testti. Emine, Işıl’ı sonsuza kadar kaybetmişti. Işıl, bir mesaj hazırladı ve arkadaşına gönderdi. Cümlelerde bir dostluğun bitişi ve nedenleri anlatılıyordu. Işıl, kendisini düşünmeyen, önemsemeyen, o kadar iyilik karşısında teşekkür etmekten bile aciz, aldığı hediyelerde kusur bulan, doğum gününü hatırlamayan ve en kötü gününde yanında olmayan arkadaşını artık istemiyordu. Emine hiç olmasındı. Işıl’ın mesajına karşılık Emine öyle saçma sapan şeyler yazmıştı ki, suçlu olduğu halde zeytin yağı gibi üstte çıkacak sözler kullanmıştı. Işıl, yazılanları üstten okudu çünkü zaten kırık olan kalbinin daha fazla üzülmesini istemediği gibi gelecekte de hatırlayıp dertlenmek istemiyordu. Bu nedenle Işıl, mesajları okumadan sildi. Emine, haksızken haklı olmayı seçmişti bu da Işıl’a açıkça değer vermediğini gösteriyordu. Emine, ailesinin ve abilerinin kanatları altında büyümüş bencil bir kızdı. Işıl’ın da kendisine değer vermeyen bu kızla tartışacak hali yoktu. Bir daha hiç konuşmadılar.
***

Işıl, Emine’yi pasaport işlemleri için gittiği konsolosluk sırasında gördü. Yanında onu dolandıran yalancı kocası vardı. Adam resmen sülük gibi yapışmış ve zaferini kazanmıştı. Bu kızda akıl olsa, hayatını tepetaklak eden ve zerre kadar sevmediği bu adamı yanına bile yaklaştırmazdı. Ama çıkar ilişkisi değil miydi? Ağzından yalanlar fışkıran o kel kocası, Emine’nin rahat etmesi bahanesiyle kesinlikle onu arabayla götürüp getirmek için kandırmıştı. Şimdi de bir zamanlar karısının en yakın arkadaşı yanlarından geçerken tanınmamak için görünmez numarası yapıyordu. Fakat ışıl, onların kalabalığın arkasına gizlenmeye çalışan çocuk tavırlarına rağmen büyüklük göstererek onlara doğru yürüdü. Yalancı Recep bu durumdan hiç hoşnut olmamıştı, huysuz at gibi yerinde kıpırdadı. Işıl, içinden gülümsedi ve “Ne kadar basit insanlarsınız” diye düşündü. Onlara doğru yaklaştı ve aralarında demir bariyer olduğundan birkaç adım uzakta durdu.
“Merhaba, nasılsın Emine?” Hal hatır sorunca, Emine kekeler gibi oldu:
“Aaaa…. Işıl, uzaktan seni tanıyamadım. Gözlük vardı da. İyim sen nasılsın?
“Benim, benim.” dedi Işıl ve gülümsedi. Yanındaki yalancı kocasına baktı, kel kafası güneşten parlıyordu. “Bu kadar çirkin ve yalancı adamı hala fino köpeği gibi neden yanında dolaştırıyorsun?” diye soracak oldu arkadaşına, soramadı. Hafta içi burada olmasına bakılırsa bu adam yine işsizdi.
“Ben çok iyim.” cevap verdi Işıl. “Hadi kolay gelsin, hoşça kal Emine!” dedi Işıl ve arkasını dönerek sıranın diğer tarafına geçti. Emine’yi orada son görüşü olacaktı. Ve bu karşılaşma sonrası gerçekten de hiçbir zaman onu görmek istemediğine emin oldu. Bu dostluk veya arkadaşlık her ne ise tamamen bitmişti.

Demek ki hayat böyleydi? Hiç bitmeyecek sandığın dostluklar da bir gün bitebiliyormuş. Hiç sönmeyecek zannettiğin sevgiler, mum gibi sönüyormuş. Ne tuhaf değil miydi? Ölüm gibi bir şey? Bazen anlık bazen de yavaş yavaş bekleyerek gerçekleşen bir şey.

Elveda Emine!
Bir gün Işıl’ın kıymetini anlaman ve çok pişman olman dileğiyle…

SON

Nevriye Gürel
Nisan 2024

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler