6.5 C
İstanbul
19 Mart 2024, Salı
spot_img

SAĞLIK SİSTEMİNDEN GEÇTİM, SOĞUK SULARINI İÇTİM

Bursa’ da yaşamaya başlayalı neredeyse altı yıl olacak. Öyle enikonu bir sağlık problemi yaşamadım. Birkaç kez grip oldum. Aile hekiminin yazdığı ilaçları kullanarak ve eşimin zorla içirdiği ıhlamur, ballı limon, elma kabuğu, tarhana çorbası takviyesi ile sağlığıma kavuştum. Grip olmaktan değil ama günde en az beş bardak ıhlamur içmek zorunda bırakılmaktan nefret ederim. Birçoğunuz gibi hastaneden, ilaçtan ve hastalık sohbetlerinden nefret ederim. Çevremdeki insanlar yüzlerce ilaç adı bilirler. Hatta o ilaçların kaç miligramlıklarını kullandıklarını falan konuşurlar. Onları hayretler içinde dinlerim. Ve kendimi çok cahil hissederim. Üstelik bu cehaletin verdiği mutluluğundan bir hayli hoşnudum.

Yazın başından beri topuğumda bir acı hissediyordum. Sabahtan ince ince başlayıp akşamları beni yürüyemez hale getiriyordu. Yumuşak tabanlı ayakkabılar, terlikler sandaletler denedim. Hiç bir işe yaramadı. Birkaç ay içinde günlük rutinim olan yürüyüşlerimi bile yapamaz hale geldim. Ekim ayı başında işime gidip gelirken hissettiğim acı artık katlanılmaz düzeye ulaşmıştı. Zamanla iyileşir, düzelirim derken ayağımdaki ağrı iyice işin tadını kaçırdı. Başka çare kalamayınca internetten bir randevu aldım. Bütün randevu saatleri doluydu ve ancak on beş gün sonrası için tercih yapabildim. Burada herkesin tanıdığı bir doktor vardır. Ondan randevu alırlar. Böyle bir bilgim olmadığı için doktorumu rasgele seçtim. Muayene saatimden bir buçuk saat öncesinden hastaneye gittim. Yabancısı olduğum hastanenin içinde doktorumu ararken randevu saatimi kaçırmaktan korkuyordum.

Çekirge Devlet Hastanesinin meğer ayrı bir dünya başka bir gezegenmiş. Girenler, çıkanlar, arı kovanı gibi benzetmesi yetersiz kalır. Her yaştan, her renkten, her ırktan binlerce insan… İçlerinde tekerlekli sandalyede eşini, annesini, çocuğunu iterek götürenler, alçılı bacakla, koltuk değneği ile, bastonuyla seke seke yürümeye çalışanlar… Ama çoğu yoksul, köylü görünümlü insanlar. Gece kondu semtleri sakinleri, emekliler, yaşlılar ve çok fazla iş kazası nedeniyle gelenler. Gideceğim yeri zaten bilmiyordum. Kalabalığa dalınca iyice kendimi kaybettim. Gördüğüm bütün insanların içinde en az doktora ihtiyacı olan benmişim gibi bir hisse kapıldım. Çekip gitsem mi acaba? diye düşündüm. Hastane koridorlarında yeterince bilgi levhası vardı. Ayrıca her koridora bir masa atıp gideceği yeri soran hastalara bilgi veren görevliler koymuşlardı. Dört beş tane ortopedist doktor varmış. Benimkinin adını buluncaya kadar birkaç kez sordum. Hastane koridorlarında iki çeşit insan vardı. Kendisi hasta olanlar veya başka birini hastaneye getirenler. İlla bir üçüncü tür insan olsun diyorsanız bütün bu kalabalığın, bu hengâmenin içinde sohbet eden, gülüşen ve birbiriyle tanış insanlar da vardı. Onlar bütün koridorları, röntgen odalarını, doktorların adını biliyorlardı.

Doktorumun kapısının önünde beklemeye başladım. Kapı açıldığında orada oturan bir görevli vardı. Doktor daha arkada ayrı bir bölme ile gizlenmiş cam kenarında çalışıyordu. Gelen hastalar önce görevliye gidip bir şeyler söylüyorlardı. Buraların raconunu bilmediğimden ben de gidip, internetten randevu aldığımı, randevu saatimi adımı ve soyadımı söyledim. Ayrıca herhangi bir evrak işi yapmam gerekir mi diye sordum. Dışarıda bekleyin, dedi. Sıranız gelince ben sizi çağıracağım. Bekledim. Saatim gelip geçti bekledim. Şehit yakınları, eşleri ve çocukları ile altmış beş yaş üstü hastaların sıra beklemesi istisna dışında tutulmuş. Özellikle kapıya da yazıp asmışlar. Varsın öyle olsun madem. Ben sıramı beklerim. Randevu saatim gelip geçtikten epey sonra elektronik tabelada adımı gördüm. Önümde tek bir kişi kalmıştı. İçeriye beş altı kişi girdi çıktı ama önümdeki bir kişinin muayenesi bitip bir türlü bana sıra gelmedi. Kapının arkasındaki görevli randevu işini oldukça keyfi bir şekilde kafasına göre idare ediyordu. İtiraz etsem, bir şey söylesem o gün akşama kadar bana sıra gelmeyecekti. Adım gibi biliyorum. Sesimi çıkarmadan koyun koyun bekledim. Öğleye yakın sıra bana geldi. Nihayet doktorun karşısına geçtim. Kendimi sınavda yüz çekmiş başarılı bir öğrenci gibi hissediyordum. Doktor sormadan sorunumu ona anlattım. Ayakkabını, çorabını çıkar dedi. Neresinin acıdığını sordu. Parmağımla bastırıp gösterdim.

Röntgen çektir gel, bakalım, dedi. Küçük bir kağıt parçasına birkaç kelime yazdı. Çıkarken görevlisine sordum. Röntgen kayıt bölümüne gitmemi söyledi. Öğle tatili başlamadan sora sora röntgen kayıt masasını buldum ve kaydımı yaptırdım. Öğleden sonra birde burada ol, dediler. Hastaneden çıkıp kendimi sokağa attım. Bu koridorlar, bu kalabalık bu insan manzarası gerçekten boğucuydu. Ben gelip gitmezken, görmezken ve bilmezken, benim haberim bile yokken sağlık hizmetlerinde bir devrim yapmıştık. Çağ atlamıştık. Gururlandım. Ama hala ayağım üstüne her bastığımda, her adım attığımda topuğumdan kör bir iğne batırıyordu. Birkaç lokma bir şey yemek için sokağa çıktım. Hastanenin önünde kocaman bir kantin vardı. Hastane bahçesinin neredeyse yarısını kaplıyordu. Oturup bir açma aldım, bir bardak da çay. Fiyatlar sokaktakinden biraz pahalıcaydı. Ama hastane bahçesinde hizmet insanın ayağına bedava da getirilemezdi ya… Acaba buranın aylık kirası kaç liradır? Günde kaç lira kazanır? Böyle bir kantin ihalesi kapsam, kimse tutamaz beni. Haydi, ama sen de. Düşünme böyle saçma şeyler. Aklım nasıl fesat benim, kalbim kötü…

Öğleden sonra röntgen odasının önüne gittim. Saat bir de demişlerdi. Benim gibi bire randevusu olan bir sürü insan vardı. Baktım fişlerimizde numaralar vardı. Neyse çok sürmedi. Yarım saat içinde sıra bana geldi. Ayağımın bir üstten, bir de yandan röntgenini çektiler. “Bir saat sonra gel. Filmleri karşıdaki masadan alırsın,” dediler. Yine kalabalık koridordan, koridorlar kadar kalabalık olan bahçeye çıktım. Bir çay aldım. Oyalanmak için gelip geçenleri boş gözlerle izlemeye başladım. Ekim ortaları olduğu için hava güzeldi. Ama insanları izlemekle zaman da geçip gitmiyordu. Sıkıldım, çok sıkıldım ve bekledim. Bu gün ne istenirse onu yapacak, burnumun doğrusuna gitmeyecektim.

Bir saat sonra gittim. Röntgen filmleri poşetler içinde masanın üzerine bırakılmıştı. Masanın etrafına yığılmış insanlar onları karıştırıp kendine ait olanı bulmaya çalışıyordu. Ben de önce başımı, sonra kolumu uzatıp onlara katıldım. Saldırganlığım ve girişkenliğim para etmedi. Neyse oradakilerden biri (ihtimal ki beceriksizliğime acımıştı) filmimi tesadüfen bulup bana uzattı. Hemen doktorun kapısına koştum. Ama bu işler böyle koşmayla olmuyordu. Masasında genel müdür edasıyla oturan görevli beni içeri almadı. Dışarıda bekleyin dedi. Dışarıda bekledim. Beni içeri aldıklarında doktor tekerlekli sandalyede oturan yaşlı bir kadın ve oğluyla konuşuyordu. Karar verin gelin, çok beklemeyin ama. Pazartesi yatırayım sizi. Daha sonraki tarihlerim çok dolu. On dörtlük kız gibi yürüyeceksin. Ne ağrın kalacak ne sızın. Yeniden genç bir kız olacaksın. Doktor bütün sevecenliğiyle yaşlı kadına neredeyse yalvarıyordu. Yaşlı kadın evdekilerle konuşayım oğlum diyordu. Evdekilere sorayım da öyle geleyim. İçimden beni de ameliyat et madem. On dörtlük delikanlı oluvereyim diyesim geldi. Yaşlı kadın ve oğlu çıktıktan sonra doktor elimdeki filmi aldı. Havaya kaldırıp baktı. Topuk dikeni bu dedi. Size bir tabanlık yazayım. Doktor reçeteye tabanlık yazarken “her gün yürüyorum ben, bu sakıncalı mı? Ne önerirsiniz, bu ağrıdan nasıl kurtulurum dedim. Hiç takmadı. Adam zaten elinden geleni yaptı. Bana tabanlık yazdı.

Kapıdan çıkarken görevli elimdeki belgeyi sağlık kuruluna götürmemi söyledi. Sağlık kurulu memurlarının çalıştığı odayı bulabilmek için üç koridor geçtim. Üç ayrı görevliye sordum. İçeri girip ilk masaya yanaştım. Bana karşıdaki bayan görevliyi gösterdi. Elimdeki belgeyi verdim. Lütfen dışarıda bekleyin. Biz sizi çağırırız dedi. Bölümün dışına çıktım. Koridorda benim gibi bekleyen başka insanlar da vardı. On beş dakika kadar sonra elime aynı kağıdı verdiler. Yanına başka bir belge daha eklenmişti. Gidin bunu önce doktorunuza sonra da başka iki doktora daha imzalatın dediler. Doktorumun kapısına gidip hasta çıksın diye bekledim. Görevli içeri girip imzalattı. Koridordaki kapıları çalıp tek tek içeride doktor aramaya başladım. Kapıyı açında önce kaşları çatıldı, sonra yaşlı başlı halime bakıp acıdılar. Hastalarını muayene etme derdiyle boğuşan üç doktora evrakımı imzalatmak da neredeyse yarım saatimi aldı. Doktorların değerli imzalarını aldıktan sonra sağlık kurulu odasına geri döndüm. Baktılar, çevirdiler ve kağıtlara yeniden baktılar. Sonra görevlinin biri paraf etti ve beni hastanenin baş hekim yardımcısına gönderdi. Sora sora iki koridor ötede Bağdat, pardon başhekim yardımcısını buldum. Adama evrakı imzalattım. Başka bir büroya gönderip mühürlettiler. Yine sağlık kurulu rapor odasına döndüm. Elime bir reçete verdiler. Bunu gidip bir medikalden alın dediler. Hastaneye en yakın dükkânlardan birine daldım. Adam elimdeki kâğıdı alıp, ayakkabı numaranız kaç dedi. Kırk bir dedim. Bana kırk bir numara silikon ayakkabı içi verdi. Doktorun tabanlık dediği şeyin bu olduğunu nihayet anlamış oldum. Adam kırk liramı aldı. Elinizdeki rapor ve faturayı SGK ya götürün. O size bunların parasını ödeyecek dedi. Hastane evime çok uzaktı. Sosyal Güvenlik Kurumu ise neredeyse hastanenin iki katı uzaklıktaydı. İnsanın bu işlerle uğraşmak için aylak olması lazımdı.

Bu süreci tamamıyla ve usulünce yürütmeye kararlıydım. Çok acele etmedim. Evrakları sürekli yanımda taşıyordum. Tam olarak ne kadar süre geçti bilmiyorum (on günden fazla) SGK’ya yakın bir okula işim düştü. Öğleye bir saat kala izin isteyip SGK ya gittim. Burası hastaneden daha kalabalıktı ve kocaman bir binaydı. Bütün koridorlar insan kaynıyordu. Hastanede gördüğüm insan harmanı buradaki ile bire bir aynıydı. Kapıdan girdim. Danışmada derdimi özetledim. Bana bilmem ne koridorunda bilmem ne bankosuna gidip, bilmem ne servisinden numara almam söylendi. Bir numara alıp beklemeye başladım. Önümdeki numaraların bir çoğu işlem yaptırmaktan ya vaz geçmişti, yada numaratörleri izleyemiyorlardı. Bir adam elimdeki evrakları aldı. Bilgisayarın başına geçti. Baktı, yazdı, sordu, baktı yazdı ve tamam dedi. Bana bir belge verecek diye elimi uzattım. Başını iki yana salladı. Önümüzdeki ayın sekizi ile on dördü arasında ziraat bankası şubelerinden yirmi beş lira alacaksınız dedi. Kimlik numaranızı söylemeniz yeterli. Para hesaba yatacak.

Bankaya gidip beklemek akıl karı bir iş değil. Zaten topu topu yirmi beş lira. Kalsa ne olacak? İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş. Bizim sokağın başına Ziraat bankasının bir şubesi açıldı. Yeni açıldığı için de pek bilinmiyordu. Sıra bekleme derdi yoktu. İlk gittiğimde bankadaki görevli ödemeler sekiz ile on dört değil, on dört ile on sekiz dedi. Tarih gelince de hayır, ödemeler sekiz ile on dört dedi. O ay paramı alamadım. Sonraki ay gittim. Görevli yene tarihleri değiştirdi. Neyse aralık sonunda paramı aldım. Ama bana söylendiği gibi yirmi beş lira değil. Tamı tamına on yedi lira yetmiş beş kuruş. On yedi lira için bankaya dört kez, SGK ya bir kez, sağlık kurulu odasına üç kez, doktora imzaya üç kez gittim.

İnsanın aklına kurt düşüyor. Belki de bu bir devlet politikasıdır. SGK kimseye para ödemesin, devlet hastanelerine kimse gitmesin diye yapılıyordur. Bankayı bu işin içine hiç katmayayım bile. Beni muayene eden doktor örneğin neden o yaşlı kadına seni ameliyat edeyim diye yalvarırken benim birkaç sorumu yanıtlama bile tenezzül etmedi. Özel yaşantısında konuşkan birimidir hatta. Esprili ve şakacı olarak mı tanınıyor acaba çevresinde. Tıp kongrelerinde veya arkadaş çevresinde, mezunlar günü buluşmasında örneğin insanları şaşırtacak kadar ilginç hasta hikâyeleri anlatmıyormudur sizce. Özel bir hastanede çalışıyor olsa fantezisine hiç girmeyeyim isterseniz.

Ayağım nasıl mı oldu? Silikon taban işe yarıyor ama iyileştirmiyor. Zaten tedavisi yok gibi bir şey. Google öyle söylüyor. Ayakta uzun süre beklemek zorunda olursam canıma okuyor. Günlük yürüyüşlerimi de biraz azalttım. Ağrısı başlayınca ayakta kalmamaya ve üzerine basmamaya özen gösteriyorum. Sağlık sisteminde çağ atlamanın mutluluğunu ve hazzını yaşamak istiyorsanız hastaneye gidin. Bir şeyler değişmiş gerçekten. Hastalar doktorların kapısında bir şey dilenir gibi iki büklüm, rica minnet… Hastane yönetimi bir sürü evrak, kağıt, imza ve mühür… Her zamanki gibi öfkeli ve kızma moduna ayarlı çalışanlar. Kalabalık koridorlar, elinde evrakları ile oradan oraya dolaşan garibanlar. Bir şeyler değişmiş, Artık doktorların isim levhaları elektronik. Hastaların sıra işlemleri de öyle… Fakat içerideki ali kıran baş kesen görevli isimle çağırmazsa kimse yerinden bile kımıldamıyor. Çünkü işler doktorda değil o görevlide bitiyor.

Bursa Ocak 2016
Seyfullah

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,260AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler