15.5 C
İstanbul
26 Nisan 2024, Cuma
spot_img

VELESPİTLİ YAZI

Anılar labirentinde dolaşmak yıpratıcıdır. Çünkü orada hüzünler, acılar ve sevinçler kocaman karmakarışık bir yığın halindedir. Karşınıza ne çıkacağını bilemezsiniz. Büyük bir umutla yola çıkarsınız. Daha yolun başında tekeriniz patlar. Benzininiz biter. Kendinizi yüksek duvarlı bir çıkmaz sokakta buluverirsiniz. Belki de bu nedenle zihnimiz gerçekleri eğip büker. Yaşadıklarımızı yeniden, gerçeğinden oldukça farklı öykülere dönüştürüverir. Örneğin kırk yıl önce bir düğünde bulunmuş beş arkadaş o güne ait farklı hikâyeler anlatırlar. Neyse ki ben o beş arkadaştan daha şanslıyım. Yaşadıklarımın hiç tanığı yok.

Bir bayram günüydü. Vakit öğlene doğru ilerlemeye başlamıştı. Mevsim kesinlikle yaz olmalı. Dondurmacı Hasan kalabalığın kıyısında bayram harçlıklarından payına düşecek olanı kazanma çabasındaydı. Tanımadığım bir adam küçük ağaç çubuklara pamuk şekerler sarıyordu. Pedala bastıkça etrafından ateş çıkan bir tekerlek dönüyordu. Havada enfes bir yanık şeker kokusu… Kocaman bir leğenin içinde pembe örümcek ağları birikiyordu. Biriktikçe marifetli parmakları onları yakalayıp bir çomağın üzerine sarıyor. Yirmi beş kuruş verene daha küçük bir yumak veriyor. Elli kuruşluk isteyene kocaman… Kocaman bir çadır kurmuşlar. Ev gibi olanlardan… Sirk çadırları yüksek gibi yüksek değil. İçinde halka atılan bir yer var. Gençler üç halka satın alıyorlar. Sigara paketlerine doğru ölçülü, hesaplı, ince ayarlı atmaya çalışıyorlar. Halkalardan çok azı sigara paketinin etrafına geçiyor. Çoğu başka bir paketin üzerinde takılıp kalıyor. Hileli bu diyorlar. Adam sigara paketlerini mahsustan birbirine yakın koymuş.

Bir başka yerde çarkı felek var. Parayı iki renkten birine basıyorsun. Adam çarkı çeviriyor. Boş olan tek bir dilim var. Çark hep ona gelip duruyor. Langırt, paralar köy sandığına. En eğlencelisi tüfekler. Havalı tüfekle attığın saçmayla yaldızlı bir daireye vurmaya çalışıyorsun. Eğer saçma daireye vurursa cengele asılı roket modeli aşağı düşüyor. Zemindeki metal çukur bir yuvadaki barut patlıyor. Beş atışın hepsini vuran yine sigara kazanıyor. Ama kimse vuramıyor. İnsanlar hırstan deliye dönüyor ama bütün oyunlarda çadırcı kazanıyor. Köyümüzün avcı gençlerinden biri hedefi bir türlü vuramamış. Hileli bu tüfek, bunun namlusu eğri, diyor. Çadırdaki ağır abi tüfeği eline alıyor. Beş atışta beş yapıyor. Namlu eğikse ben nasıl vuruyorum, diyor. Gösterisini bir adım daha ileriye taşıyor. Sol eline bir ayna alıyor. Tüfeği sağ omzuna koyup tetiği çekiyor. Ve yine hedefi tam ortasından vuruyor.

Çadırın içinde gezerken bir elimle abimin elini tutuyorum. Öteki elim sokak sokak, ev eve gezip biriktirdiğim beyaz yirmi beş kuruşların olduğu cebimde dolaşıyor. Meradaki çimenliğe uçan salıncaklar kurulmuş. Zincirlere bağlı aşağıya sarkan salıncaklar. Abim bana bakıyor. İstemiyorum, diyerek başımı sallıyorum. Çünkü dönmeye başlayıp hızlanınca salıncaklar yerden yükseliyor. Havada açılarak uçmaya başlıyorlar. Ben binemem zaten. Başım döner, hatta kusarım.
Sokaktan geçen bisikletli insanlar görmüştüm. Ama o bisikletler kocamandı. Bu yüzden bisiklete binmeyi aklımın kıyısından bile geçirmemiştim. Çocuklar için üç tekerlekli bisikletlerin olduğunu bilmiyordum. İşte adı bisiklet olan o şeytan arabasıyla ilk kez bayram yerinde karşılaştım? Ama şimdikiler gibi değildi. Daha yüksek, daha geniş ve daha ağır bir şey… Ya da ben çok küçüktüm. O yüzden gözüme çok büyük görünmüştü. Bisikletin üç tekerinin üzerinde de çamurlukları vardı. Metalden kırmızı çamurlukları… Arka tekerlekler kalın bir demirle çubukla birbirine bağlanmıştı. Çocuğun biri pedalları çevirmeye çalışırken başka bir çocuk onun omuzuna tutunarak iki tekeri birbirine bağlayan demire çıkıp ayakta durabiliyordu. Sağlam ve dayanıklıydı. Dolgu tekerlekleri kalındı. Bu yüzden belki oldukça hantal ve ağırdılar.

Bisiklete ayrık kaplı merada binecektim. Yirmi beş kuruşa belki de yirmi adımlık bir mesafeden dönüp gelecektim. Benim param vardı ama abim kendisi çıkarıp verdi. O çoktan iki tekerlekli bisikletlere binebilecek kadar büyümüştü. Heyecandan tir tir titreyerek bisiklete bindim. Sevinçten deli oluyordum. Abim de beni merakla beni izliyordu. Pedallar bastım. Bütün kuvvetimle bastım. Hareket ediyordu ama öteki çocuklar gibi akıp gitmiyordu. Bir türlü o kesintisiz dairesel ahengi yakalayamıyorum. Daha turun yarısına bile gelmeden dengemi kaybedip düşüverdim. Abim koşa koşa yanıma geldi. Üstüme yapışan otları temizledi. Dizleri otlardan yeşile boyanmış yeni pantolonumun dizlerini sildi. Çimen lekesi gitmedi. Hem düştüğüme kızdı, hem de beceriksizliğime… Eşek herif, dedi. Üç tekerlekli bisikletten bile düştün. Aferin sana. Bu kadar olur yani. Üzüldüm. Ağlamaya başladım. Para boşu gitmişti. Pantolunum da kirlendi. Feryat figan değil, içimi çeke çeke ağlıyordum… Abim varsın bana eşek herif desin. Ama beceriksiz demesin, Bu kadar olur yani, demesin.

Aralık 2018 -İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler