14.4 C
İstanbul
25 Nisan 2024, Perşembe
spot_img

YAZINSAL YAŞAMLAR

Erendiz Atasü’nün bir söyleşisi vardı Tarihçi Kitapevi’nde.

Homeros’dan, İlyada’ya, Keremle Aslı’dan, Oğuz Destanı’na kadar edebiyatın zenginlikleri tek tek anlatıldı, tartışıldı. Kimi sorularıyla kimi de görüşleriyle katıldı bu sohbete.

Konuşulanları dinlerken ben de bilgi dağarcığımı yeniden tazelemiş oldum.

Sözcük, ses ve anlatım, yaşamımızda hep vardır. Ninniler, masallar dil gelişimimizle başlar, daha sonra bu birikim anlatımımızı besler.

Oğuz Destanı, Dede Korkut Hikâyeleri’yle edebiyatımız zenginleşmiş, buradaki kahramanlar dilimizi beslemiştir.

Zamanla, sözlü anlatımdan yazılı anlatıma geçilmiş, İlyada kaleme alınmıştır.

Endüstrileşme,  sanayi toplumuna geçiş ve matbaanın bulunmasıyla beraber, okuma alışkanlığımız da gelişti. Eski dönemlerdeki mitolojik varlıklar, devler yerini sıradan insana bıraktı. Yazarlar artık, heterojen hayatı, varsıllığı, yoksulluğu, kargaşayı, hoyratlığı, kırılgan ve ufalanan insanı anlatmaya başladı. Yabancılaşma ve yalnızlaşma önemli oldu roman ve öykü de.

Bunu en iyi Sait Faik, balıkçıları anlatarak yaptı, öykülerinde. Son Kuşlar ve Semaver bizim insanımızı anlatan başarılı eserleriydi.

İşçi sınıfını anlatmak gündeme geldiğinde, bunu en iyi yapan Jack London oldu. Uçurum Halkı’yla bu başarıyı yakalamıştı.

Sanat eseri yaratabilmek için doğayı, insanı, yaşamın içindeki gelgitleri iyi gözlemlemek gerekir. Toplumun hayat yansımasını dikkate alıp, kırılganlıklarını ön planda tutarak yazmak önemlidir. Doğru seçilmiş anlar, nesnel gözlem gücü, kahramanınızı yaratmanızı sağladığı kadar, sosyal bir sorunu ortaya dökmenize de yardımcı olur.

Vladimir Mayakovski, bu anlamda önemli bir Rus şairidir. Sanatçı, şiddeti benimsemeden devrimle çatışır. Herman Hesse, Victor Hugo gibi yazarlar da savaş karşıtı oldukları için ülkelerinden kaçmak zorunda kalmışlardır. Yazmak için, acı çekmek gerekir. Istırap önemlidir, toplumsal hassasiyet önemlidir. Bu yüzden olacak ünlü yazarlar, eserlerini ülkelerinden çok uzak, gurbet köşelerinde yazmışlardır.

Bunun yanında, yazarların gözlem gücü, toplumsal hassasiyeti ve anlam kırılması da önemlidir.

Yazarlar, geçmişte yaşadığı olaylarla, günümüzdeki olayları birleştirerek zamanın içinde dolaşır. Güçlü kalemiyle, hayatı parçalar, duyguları iğdiş eder, kahramanının bütün sırlarını ifşa eder. Bunu yaparken, çağrışımlarını, anılarını, kısacası eteğinde biriktirdiklerini tane tane serpeler satırlarına. Sonra bu birey ve olay örgüsünden yararlanarak, kahramanlar yaratırlar kendilerine.

O.Henry, Muppasan bunu en iyi yapan yazarlardır. Çehov’un eserlerinde durum hâkimdir. Durum anlarının babasıdır Çehov. Gogol da, Palto’suyla bunu en iyi şekilde yapmıştır. Soğuk bir ülkede paltonun önemi anlatıldığı kadar, o dönemdeki ülkenin durumu, yoksulluğu da anlatılmaktadır. Aslında ‘Palto’ bir dönemin tarihine de tanıklık etmektedir, bu özelliğiyle.

Kafka, Virjaına Woolf, James Joyce, Marcel Proust, tartışılmayacak kadar başarılı eserler bırakmıştır.  Ulysses ve Dalgalar, bilinçaltı tekniğinin en başarılı yapıtlarıdır. Tanpınar,  yapıtlarında Marcel Proust’un etkisinde kalmıştır.

Bizde de Halide Edip, Sinekli Bakkal romanındaki; Rabia ve Peregrini’yle bunu başarmış, “Doğu-Batı” çatışmasını, birbirinden farklı iki karakterle anlatmıştır. İki karakterde dönemine göre, çok iyi kurgulanmış, güçlü karakterlerdir.

Oğuz Atay, Refik Halit Karay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa bu kategorideki başarılı yazarlardır. Tutunamayanlar, Huzur, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Gurbet Hikâyeleri, döneminin sorunlarını anlatan başarılı eserlerdir.

Peyami Safa’nın 9. Harbiye Koğuşu, 97 kere basım yapmıştır, korsanları hariç.

Sait Faik’in, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın elinden, Peyami Safa tutmuştur.

Peyami Safa, yazılarında hastalık ve yoksulluktan beslenmiştir. Server Bedi adıyla yazdığı günlerde, yaşadığı sıkıntıları yazılarına aktarmış, bu acılarından beslenerek 9. Hariciye Koğuşu’nu yazmıştır. Bütün ömrü hastalıkla geçmiştir, Safa’nın.

Aynı şekilde Friedrich Nietzsche, Marcel Proust’ta bünyesi zayıf insanlardır. Émile François Zola’nın sara hastası olduğunu herkes bilir. Kafka, veremden ölmüştür.

Peyami Safa’nın, Ahmet Haşim’le hastalıkları ortak olduğu kadar, erken yaşta ailelerini kaybetmeleri de ortak bir kaderdir. Belki de bundan dolayı, hayata olgun bakan, erken büyüyen çocuklar arasına girmişlerdir. Çoğu yazarın hayatında, yetimlik olduğu kadar, yatılı okul ve parasızlık vardır.

Ve politikanın günlük rüzgârına kapılmayan yazarlar, fikirlerinden dolayı uzun yıllar yargılanmıştır. Farklı düşüncelerinden dolayı fakirlik çektiği yetmemiş gibi şiirlerinden dolayı hapishanelerde yatmışlardır. Nazım Hikmet, Kemal Tahir yıllarca hapishanede çürümüştür.

Hasan Hüseyin Korkmazgil; “Artık kağıda şiir yazmaktan korkuyorum, aklıma yazıyorum,” demiştir.

Cemil Meriç, bu dışlanmışlığı, ayrımcılığı; “20 yıl peşimizde polisle dolaştık,” diye anlatmıştır.

İlk çağlardan beri insanlığa ışık tutan yazarların yazınsal hayatı, çektiği sıkıntılar, ne kadar bilinmese de onlar bıraktığı eserlerle aramızda yaşamaya devam etmektedir ve edecektir…

Neslihan Minel

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler