18.2 C
İstanbul
29 Mart 2024, Cuma
spot_img

YENİ BİR ŞEY YOK, İZMİR YİNE SALLANDI

Bir okulun üçüncü katındaydım. Bilgisayar başında. Sallanmaya başladık. Karşımda dindar bir kadın oturuyordu. Arapça bir duaya başladı. Kalkıp gitmek istiyorum. Ama üç katı nasıl ineceksin. Merdivenlere koşmak akıl karı değil. Kadının sesi bir yükselip bir alçalıyor. Bereket çığlık çığlığa ağlamıyor. Belki de birbirimizden utanıyoruz. Korkmuyormuş gibi kendimizi tutuyoruz. Hayat üçgeni falan zerrece aklımıza gelmiyor. Bir kedi yavrusu gibi olduğumuz yere pustuk kaldık. Nabzım bilmem yüz kaça fırlamış. Boynumdaki damarlar seğiriyor. Kadın duayı bitirip yeniden başlıyor. Ve biz hala sallanıyoruz. Artık hiç sona ermeyecek diye hissediyorum. İçimden “yolun sonu burasıymış, diyorum. Her şeye razı oluyorum.

Devlet binaları çürük olur. Neyse ki depreme yakalandığımız okul sağlammış. Masanın üstündeki evrakları toplayıp çantama koyuyorum. Yavaş yavaş merdivenleri inip bahçeye çıkıyoruz. Bizimle beraber öğretmenler ve öğrenciler de sakin sakin bahçeye iniyorlar. Bir de Corona belası var. Öğretmenler “Çocuklar aranızdaki sosyal mesafeye dikkat edin,” diyorlar. Çocuklar duvar boyunca ip gibi dizilip açılıyor. Genç, hizmetli esmer bir kadın ağlıyor. Boynuna sarılıp yatıştırmaya çalışıyorlar. Susturamıyorlar. Herkes sevdiklerini merak ediyor. Birkaç dakika sonra telefonlar kilitleniyor. Ambulansların siren sesleri, itfaiyenin canavar düdükleri caddeleri kaplıyor. Yirmi dakika kadar kimse kimseye ulaşamıyor. Telefonum elimde, açıp bakıyorum. Yedi tane cevapsız aramam var. Hâlbuki bir kez bile çalmadı.

Yarım saat sonra ilk haberler ve çöken binaların görüntüleri gelmeye başladı. Buca’da, Alsancak’da, Karşıyaka’da, Bornova’da ve Bayraklı’da çöken binalar var, dediler. Twiter üzerinde yapılan paylaşımlarda görünüyormuş. İşimiz tam bitmek üzereydi. Yeniden üçüncü kata çıkıp beş dakikada halledebilirdik. Ben ona baktım, o bana baktı. Pazartesiye kalsın, dedim. Tamam, daha uygun olur, dedi.

Bacaklarım hala titriyordu. Bahçe kapısından çıkıp otobüs durağına yöneldim. Trafik çoktan kilitlenmişti. Sokakta hala ağlayanlar vardı. Gözleri, burunları kıpkırmızı insanlar. Bütün yaşamımda ilk defa böyle bir şeye tanık oluyordum. Herkes karşılaştığına “çok korktum,” diyordu. Diğeri de ona aynı cevabı veriyordu. Oysa korkmak zayıflıktır diye öğrenmişiz. Hep gizlerdik. “Ben hiç korkmadım. Allah ne yazdıysa o,” demeye alışmıştık. Ama bu kez kimse gizlemeye gerek duymuyor. Durakta bir saat bekledim. Yeniden deprem olursa şu karşımızdaki ev nereye yıkılır? Otobüs durağının üstüne mi? Yok buraya kadar gelmez. Belki taş, tuğla falan savrulur. Ya otobüsteyken olursa… Bu sokaklar kapan gibi. Otobüs enkazın altında kalır. İçindekiler de… Halbuki az önce kurtulduk diye ne çok sevinmiştik. Sevincimiz kursağımızda kalıverir. Otobüs gelinceye kadar bir saat kadar evlerin duvarlarına baktım. Çatlaklar var mı? Hangi ev zarar görmüş? Okulun dışındaki ufak çatlaklar depremden önce var mıydı acaba? Müdüre sorsam mı ki… Hiç sırası değil. Otobüsü beklemek, mahalleye gelmek iki saati geçiyor. İlk defa dikkatimi çekiyor. Bizim sokakta yıkıcı bir depremde kapan gibi. Kaçacak hiçbir yer yok. Devrem olurken bir şekilde şansın yaver gitti diyelim. Kendini zor bela dışarı attın. Ama sığınacak hiçbir yer yok…
Eve girip televizyonu açtım. Burası bizim dört ay önce taşındığımız mahalle… Yıkılan binaların neredeyse hepsini biliyorum. Yüreğim kaldırmadı. Kapattım. Boğazımda kocaman bir yumruk düğümlendi. Ne ağlayabiliyorum ne de geçmek biliyor.

Bayraklı Manavkuyu, Özkanlar, Adalet Mahallesi, Mansuroğlu Mahallesi güzel yerleşimlerdir. Son otuz yıl içinde yapılaştığı için şehrin diğer bölgelerine göre planlıdır. Sitelerin etrafında hava alınacak kadar geniş alanlar, parklar, bahçeler vardır. Binaların ve dükkânların emlak değerleri yüksektir. Nüfusun çoğunu sosyoekonomik bakımdan orta ve üst sınıf oluşturur. Oradan Eşrefpaşa’ya taşınırken Manavkuyu bizi gecekondu bölgesine kustu, demiştik. Söylendiği gibi ben de o bölgenin bostan ve mandalina bahçesi olduğu zamanları anımsarım. Uzmanlar televizyonlarda yüz bin farklı değerlendirme yapıyorlar. Ne kadar bilgili ve donanımlı insanlar, hayranlıkla ağzımızı açıp izliyoruz. Jeofizikçiler için gün bu gün. Birkaç hafta sonra kimse dönüp yüzlerine bile bakmaz. Şimdi televizyon kanalları onların peşinden koşuyor. Çok bilimsel ve akademik değerlendirmelere falan gerek yok. İzmir’de dün deprem oldu. Bu gün olacak ve yarında. Bu bütün Batı Anadolu’nun gerçeği… Deprem sadece yumuşak zeminlerde yıkıma neden oldu. Gecekondu bölgelerinde duvarları bel vermiş, çatıları kaykılmış evlerde bile hiç hasar yok. İyi de yanındaki bina ayakta, ötekisi niye yıkılmış? İki bina arasında kullanılan malzeme bakımından biraz fark varmış. Deprem onda iki veya üç daha şiddetli olsaydı yüzlerce bina daha yıkılacaktı. Şimdi yıkılmadı denilenlerde can alacaktı. Yıkılan binaların müteahhit veya teknik sorumlular göz altına alındı haberleri sadece komik. Birileri günah keçisi yapılacak. Bu ölümlerde sorumluluğu olan yöneticiler, siyasiler, inşaat firmalarına hesap sorulması kimsenin aklına gelmeyecek.

Binaların çürük raporu varmış ama mülk sahipleri masraflı olduğu için deprem güçlendirmesi yapmamış. Bunu dönüp kendimize soralım. Aparmanın yıllık genel kurullarına gidiyor muyuz? Üç kişi toplanıp karar almaya mecbur oluyor. Sonra da defteri kapımıza getirip imzalatıyor. İsteyen vatan, millet, Sakarya nutukları atabilir. Ben hiç öyle manevi bağlarla birbirine bağlanmış insanlar görmüyorum. Apartmanda sorun var. Sokakta sorun var. İş yerlerinde sorun var. Otobüse birlikte binemiyoruz. Trene, gemiye, uçağa… Parklarda oturamıyoruz. Sanki bir araya zorla getirilmiş, anlaşmaya, uzlaşmaya, geçinmeye hiç gönlü olmayan insanlar topluluğuymuşuz gibi hissediyorum. Birkaç yıl önce bir yazlığa misafir gittim. Herkes birbiriyle küs. İyi de tatile geliyorsunuz. Dünyanın dertlerini ötelemeye, sakinleşmeye, dinlenmeye…

Şimdi ne olacak sorusunun yanıtı da çok basit. Ölenlerin acısı annelerde, çocuklarda, kardeşlerde kalacak. Biz bir aya kalmadan unutup gideceğiz. Hiçbir zaman bir araya gelip bu ortak bir tepki geliştiremeyiz. Sorumlular bizi yüzlerce televizyon kanalında birbirinden önemli haberlerle alıp başka diyarlara götürürler. Deprem ile ilgili çözümler siyasal iktidarlar için maliyet hesabı öncelikli olacaktır. Bilmem kaç milyar dolar harcayıp yeni kentler mi inşa edelim. Yerleşimlerin yerini mi değiştirelim. Binlerce aileye evleri korunaksız diye yeni ev mi verelim. Ne güzel bir kentsel dönüşüm uygulaması başlatmıştık. Hem devlete hiç maliyeti yoktu. Hem belediyeler pas geçiliyordu. Hem de müteahhitler tomarla para kazanıyordu. Adam gecekondu bölgesinde dört parseli sahiplerinden alıyordu. Nazlanarak ve sıkı pazarlıklarla onlara birer daire veriyordu. Kendisine sadece dört katlı bir binada altta kocaman dükkân ve on iki daire kalıyordu. Sonra birden Ankara işi ağırdan almaya başladı. Evleri yıkılan kirada olanlar da öyle dımdızlak ortada kalıverdi.

Bir kaç yıl ki hadi on diyelim, Bornova ve Bayraklının düzlerinde emlak fiyatları gerileyecek. Parası olan bu korkuyla müstakil veya sağlam binalara taşınacak. On yıl sonra şimdikinden daha değerli ve kıymetli olacak. Sakarya depremi sonrasında Nilüfer İhsaniye’de insanlar evlerini yok pahasına satmışlar. Sonra deprem unutulmuş ve eskisinden daha değerli olmuştu. Bu gün orada o pahalı semtte hala iş yeri olarak kullanılan mekânların kolonlarının kesilmediğini söylemek mümkün mü? Bu gün nerede altının üzerinde bir deprem olsa İzmir’de konuştuklarımızın aynısını konuşuruz. Zaten yıkılan evlerin yerine yenisini yapacakmışız. Ve sahiplerine verecekmişiz. Hatta eşyalarını da alacakmışız. Sanırım bunu kasıtlı yapıyoruz. Yaşadıkları kabus o insanları hiç terk etmesin. Ve orada zemin problemi falan yok.

Geçen yirmi yıl içinde sadece arama kurtarma konusunda önemli gelişmeler oldu. Sakarya depreminde AKUT devletin itibarını yerle bir edince siyasi iktidarlar basiretsiz algısını ortadan kaldırmak için kolları sıvadılar. Ekipman ve eğitim ile kendilerini geliştirdiler. Çünkü bunun maliyeti düşük ama siyasi etkisi büyük. Bu gün afet bölgelerinde öyle canı isteyen arama kurtarma çalışmalarına katılamaz. Önce baş kurtarma ekibinin onayını alacaksın. Sana ihtiyaç duyarsa görev verecek. Nerde görev vereceği de hiç belli olmaz. Televizyon canlı yayın araçlarının olmadığı yerde olacaktır.

Bankalar ve devlet baba bize zorla DASK (Zorunlu Deprem Sigortası )yaptırıyor. Kredi çekersen banka yaptırıyor. Elektrik abonesi olmak istersen yaptırıyor. Mülkünü satmak istersen yaptırıyor. Yıkılan binalardan bir kısmının DASK’ı olmalı diye düşünüyorum. Acaba sigorta geride kalanlara kaç para verecek? Ne kadar zaman içinde ödeyecek? Yani yapılan sigorta gerçekten bir yaralı parmağa işemeye yarayacak mı? Cevap elbette şöyle bir şey olacaktır. Hatalı, kusurlu kimse yoksa yasal işlemler sonuçlandıktan sonra emlak bedeli üzerinden ödeme yapılacaktır.
Bu şehir son bir yıldır Soma ve Kırkağaç merkezli depremlerle sallanıyordu. Geçen Cuma günü sadece depremin şiddeti diğerlerinden büyüktü. O konuda da uzlaşılamadı. Biri 6.6 dedi, öteki 6.9, bir profesör çıktı 7 ve üzeri dedi. Cuma gününden beri de birlerce kez dört ve üzeri (5.2 bile vardı) depremle sallandık. İzmir’de artık deprem olsa da olmasa da herkes sallanıyor. Yine deprem oluyor galiba, diyor biri. Ya da şimdi deprem oldu hissettin mi? Herkes etrafında sallanacak bir nesne arıyor. Eğer kıpırtısız duruyorsa, yok be bize öyle gelmiş, deyip devam ediyor.

Kasım 2020 – İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,270AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler