12.9 C
İstanbul
19 Nisan 2024, Cuma
spot_img

EVRENE IŞIK SAÇANLAR

“8 Mart Dünya Kadınlar Günü” birçok etkinlikle kutlandı. Bu etkinlikler sergiler olduğu gibi konserler ve panellerdi de.

Beni en çok etkileyen sergiler oldu. Genelde kadın sanatçıların ağırlıklı olduğu sergilere gittim. Bu gezide ilk durağım Pera Müzesi’ydi.

Pera Müzesi, büyük salonlarıyla konuklarını ağırlamaya devam ediyordu. 5. Katta Sergey Parajanov’un din, esaret, özgürlük, desen, mozaik temalarını işlediği sergi vardı.

Sanatıyla özgürlüğü aramış, yaşadığı toplumla zıtlaşmış, sürgün hayatı yaşamış bir sanatçıdır Sergey Parajanov.

O da Tolstoy gibi Victor Hugo gibi sürgünlerde eserlerini yaratmıştı.

Çalışmalarında Van Gogh’un izlerini gördüm. Çiçek tutan resmi Père Tanguy’un Portresi’ni anımsattı.

Kolajlardaki ustalığı, resimleri birbirine geçirmesi ve karakalemdeki başarısı tartışılmayacak kadar büyüktü.

Bu kattaki en önemli şeylerden biri de halılardı. Çeşit çeşit halılar farklı konseptlerde sergileniyordu. Bu renk cümbüşünün içinde birbirinden farklı yüzlerce desen vardı.

Anadolu’dan, Ortadoğu’dan gelen esintilerdi bunlar.

Daha önce İsfahan’ın arka sokaklarında kadınların kendi tezgâhlarında dokudukları halıları görmüştüm. Yaşlı kadınlar sokak aralarında beş dolar gibi cüzi miktara satıyorlardı. Bir halının dokunması neredeyse bir ay alıyordu. Kadın emeği bu kadar ucuzdu.

İkinci sergi ‘Zaman’dı. Zaman kavramının insanlar üzerinde bıraktığı izlenim farklı bir dille ele alınmıştı. Zaman kavramını en iyi anlatan olgusuysa saatti. Salonun duvarlarını süsleyen saatler buna en iyi örnekti.

Zaman deyince aklıma Salvador Dali’nın eriyen saatleri gelir.

Akıp giden zamanı bu kadar iyi anlatan başka bir çalışma var mıdır?

Pera’nın ikinci katındaki salonda madeni kaplar, takılar ve eski fincanlarla, cezveler vardı.

Bu eşyalar bana kahve kültürünü düşündürdü.

Kahve bizden Avrupa’ya geçmiş burada cappuccino, neskafe gibi isimler alarak daha da zenginleşmiştir. Viyana kuşatmasından sonra kahveyle ilgili olarak Avrupalılar; “Bir kara çorbayla bizi kandırdınız” demişlerdir.

Avrupa’daki kafe kültürü daha farklı ve zengindir. Zaten kafelerde buluşma alışkanlığı da onlardan geçmiştir.

Ve garsonluk… Avrupa ülkelerinde çok önemlidir. Garsonlar, futbolcular gibi büyük paralarla transfer edilir.  Saygı, temizlik buradaki en önemli kriterdir. Servis yapmanın bir adabı vardır.

Buradan İstanbul Modern’e gittim.

İstanbul Modern’de kadın konulu filmler vardı. “Agnes Hakkında Her Şey” bunlardan en ilginciydi.

Feminist kimliğiyle dikkat çeken, Fransız yeni dalga akımının öncülerinden Agnes Varda’nın 33 film çalışmasını izleyebilirsiniz bu hafta. Ayrıca yönetmen sinema üzerine bir söyleşi de yapıyor.

Burhan Doğançay’ın resimleri. Halıcılık üzerine yapılan çalışmalar ve rengârenk yorganlar. Kırk yamanın resim sanatıyla birleşmesi ve konuşmaya başlayan desenler.  “İplikten Çözülenler” serginin en önemli çalışmalarıydı bunlar.

Bunun gibi 25 çağdaş sanatçının resim ve resim yerleştirme çalışmalarını görebilirsiniz, İstanbul Modern’de.

Yıldız Moran…

Akademi eğitimi almış, başarılı bir fotoğraf sanatçısı.

“Bir Dağ Masalı” adlı sergisiyle, izlenimci çalışmalarıyla dikkatleri üzerinde toplayan başarılı bir sanatçımızdır.

Çalışmalarında gündelik hayat, doğa, Anadolu, İstanbul ve yurt dışında gördüğü güzellikleri anlatıyordu bu büyük insan.

Ve Bedri Rahmi Eyüpoğlu… “Sitem, Karadut, Türküler Dolusu” diyen büyük sanatçı. Şiirleriyle var olduğu kadar resimleriyle de konuşulan, yazma sanatını canlandıran, taşlara dil veren büyük üstad.

Kalamış’ta yaşadığı evden kesitler izlerken, bir sanatçının nelerden beslendiğini bir kez daha gördüm. Duvardaki tablolar, bahçedeki heykeller ve mutfaktaki mozaikler. Hepsi bir sanat adamının izlerini taşıyordu.

Sanatçının nelerden beslendiğini, nasıl eserler ürettiğini ve nasıl bir duygu yoğunluğuyla yaşadığını ondan öğrenebilirsiniz.

Gerek şairliği, gerekse ressamlığıyla tartışılmaz bir sanatçıdır Bedri Rahmi Eyüpoğlu.

Buradan 7 güzel kadının eserlerinin sergilendiği Galeri Pasaj’a gittim. Hocaları Prof. Dr. Hamid Namdar’la birlikte İran’dan gelen; Akram Hamed Ranjineh, Farzaneh Bakhshi, Maryam Sorkhab, Mahsa Anvari, Sahar Valizadeh, Terifeh Aminzadeh ve Telnaz Sahihi’nin çalışmalarından oluşan sergi çok güzeldi. 1 Nisan’a kadar sürecek sergide karakalem çalışmalarıyla beraber farklı desenler de işlenmişti.

Bu resimleri görünce İran gezimi hatırladım.

İran’daki sanatın gücü, çini ve mozaiklerdeki derinlik beni çok etkilemişti. Mimarı alanda insanı şaşırtacak kadar büyük yapılara sahiptiler.

Bunlardan en önemlisi İsfahan’daki Nakş-ı Cihan Meydanı’ydı. Meydanda dolaşan atlılarla Viyana’daki Hofburg Sarayı’nın meydanını anımsatan bu alan; “Unesco Dünya Mirası” listesine girmişti ve Çin’deki Tiananmen Meydanı’ndan sonra dünyanın ikinci büyük meydanıydı.

Safeviler döneminden kalma meydan, gece ışıkları altında çok güzel bir görüntü oluşturuyordu.

Ve Pers İmparatorluğu’nun başkenti olan Persepoliss antik kenti…

Eski anıtların arasında dolaşırken o dönemden kalan heykellerin ihtişamına şaşırıyor, duvarlara çizilen resimler karşısında hayretler içinde kalıyorsunuz. Kocaman şehir görünümündeki bu yeri gezmek bir gününüzü alıyor.

İran’daki antik şehirlerden Perslerin ne kadar sanata düşkün bir toplum olduğunu anlıyorsunuz.

İsfahan’daki Şeyh Lütfullah Camisindeki mozaikler, dünyanın en büyük mozaikleri arasında sayılıyor.

Turkuaz mavisinin kullanıldığı süslemelerle, hat ve tezhip sanatındaki başarısıyla, duvarlarındaki çini ve vitraylarıyla tartışılmayacak kadar ihtişamlıydı bir eserdi Şeyh Lütfullah Camii.

Ve akustik. Bir anda birçok sesi duyabiliyorsunuz. Sesin yankılanması ve binanın her tarafından aynı şekilde duyulması. Bu ayrı bir zekâ işiydi.

Bu olay Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camisini yaparken nargilenin sesinin yayılmasıyla, nasıl akustik hesabı yaptığını hatırlattı.

Bu anlamda doğu medeniyetleri yüzyıllar sonrasına kalacak kadar büyük eserler bırakmıştı.

Zaten “Güneş doğudan doğar,” sözü boşa söylenmemiştir.

Rumi’nin, Hafız Şirazı’nin, Firdevs’inin, Ömer Hayyam’ın ve Furuğ Ferruhzad’ın bu topraklardan çıkması tesadüf değildir.

İran’lılar resim, heykel alanında bizden daha eski bir tarihe sahiptir. Bunu İran sokaklarında dolaşırken gördüğüm heykellerden, müzede karşılaştığım resimlerden ve saraylardaki süslemelerden anladım ve Türkçe ile Farsça arasında ortak kelimeler olduğunu gördüm.

Rıza Şah Pehlevi yıllar önce operayı getiren isimdir. Bu da onların musikiyle, resimle, dille, lügatle uğraştıklarını gösteren en büyük örnektir.

Ve kadınların okumuşluğu, kültürü… Araba kullananlar, erkeklerden çok kadınlardı. Bütün devlet dairelerinde, sokaklarda, kadınlarla karşılaşabiliyorsunuz.

İran kültürünün büyüklüğünü şu söz iyi anlatır: “Türklerden askerlik, Araplardan bürokrasi, İranlılardan kültür aldık.”

İstanbul Modern’i gezdikten ve Galeri Pasaj’daki İranlı sanatçıların eserlerini inceledikten sonra kadınların neler yapabileceklerini bir kez daha gördüm.

Madam Curi’nin, Frida Kahlo’nun başarısı neyse, Agnes Varda’nın, Yıldız Moran’ın başarısı da oydu.

Ve bu kadınlar evrene saçtıkları ışıkla geleceği aydınlatmaya devam edeceklerdi.

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler