17 C
İstanbul
18 Nisan 2024, Perşembe
spot_img

GEZ, GÖZ, ARPACIK, NİŞAN

Aklınıza tüfekle nişan alıp atış talimi yapmak gelmesin sakın. Yolumuzu kaybetmeyelim diye gidiş yolumuzdaki ağaçlara da nişan koymadık. Gençler biz evlenmek istiyoruz dediler. İyice düşündünüz mü, son kararınız mı? Öyleymiş. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın. Az gittik, uz gittik, birlikte düşüp yollara ta Karadeniz’e kadar gittik. İzmir’in sıcağından kaçmak için bundan daha güzel bahane mi olur? Önce kızı istemek lazım… Ardından da nişan yapmalı. Gençler nasıl kararlaştırmışsa. Acelesi yok. Düğüne de sıra gelir. Güzün olmazsa, kışa bakarız.

– Oğlan bizi almaya kaçta gelecekti.
– Dörtte hazır olun demişti.
– Baba, sen gömleğini azıcık yukarı çıkarsana…
– Bak bakalım Lale, üzerimdeki nasıl duruyor.
– Sadece küpe tak, yüzüklerini ve kolyeni. Köy gelinleri gibi ne bulursan takıp takıştırma.
-Yakası biraz kırışıyor sanki bunun.
– Yok, yok iyi duruyor. Biraz rahat olun bakalım. Görücüye mi çıkıyoruz?
– Oğlan kaçta gelecekti. Saat dördü on beş geçiyor.
– Salın biraz ya… Kendi kendimize geriliyoruz durup dururken.
– Kalabalık olmasak bari… Nişan’a katılan otuz kişiye Covid bulaşmış yazar gazeteler. Başkalarına gülerken kendi başımıza gelirse…
– Aramızda bir sürü sağlıkçı var. Hiç bir şey olmaz.
– Evden çıkmadan hep birlikte bir resmimizi çeksene. Hayda, yine gözlerim kapalı çıkmış benim. Hadi bir daha…
– Çiçekler tamam. Kaç gül var bu bukette?
– Yüz tane. Çikolata da tamam… Geçenken pastaneden tatlıları alalım.
– Eyvah, çok trafik vardır şimdi tersanede. Havada da yüz derece mübarek. Gidinceye kadar çikolatalar erimese bari…
Ormanların gölgesine dönüyordu akşam. Sıcak yavaş yavaş dere içlerine, kutulara iniyordu. Boş anızlardan saman kokuları yükseliyordu. Ve kurumuş toprak, asfalt, erik, elma, kiren ve yivdin…
-Üvez ağacı gördüm. Neredeyse hiç kalmadılar.
– Bizim avluda vardı. Kurudu galiba.
– Bulursam bahçeye ekicem ben de. Bu ağaç tükenmemeli. Bu yöreye ait bu meyve. Yaşatmalı.
– Az kaldı. Şimdi sağa, aşağıya döneceğim. Karabaş’a dikkat edin. Biraz sıkıntılı. Dalar malar…

Araba geniş kapıdan girince bekleyenler hareketlendi. Bize doğru yürüyüp geldiler. İki dirhem bir çekirdek, telaşlı ve güleç… Güneş ormanın üzerine eğiliyordu. Hava ne sıcak ne serin. Her şey tam kararında. Bahçedeki çardak asmanın yapraklarında ılık bir rüzgâr geziniyor. Mısırların püsküllerinde ve gürgenlerin tepesinde…
– Hoş geldiniz, elinizdekileri alalım.
– Buyurun, buyurun, isterseniz önce eve geçelim. Biraz soluklanın.
– Çay mı istersiniz yoksa kahve mi? Açlık, tokluk durumunuz nasıl? Önce birkaç
lokma bir şey yiyelim hep birlikte…
– Teşekkür ederiz. Yemek telaşına hiç girmeyin. Aç değiliz. Çay alalım biz.
Evin kapısı arı kovanı… Eli dolu giren, boş giren ve dolu çakan… Dışarıda telaşlı bir hazırlık var. Yüzümüzde maskelerle komik oluyor. Banka mı soyacağız? Kız mı isteyeceğiz? Hadi istedim diyelim. Yüzünü bile görmedikleri birine kim kız verir? Çaylar içilirken kapıdaki telaş daha da hızlandı. Kendimi tutamadım.
– Efendim, gençler birbirini görmüş, tanımış….
– Kahveler gelmeden olur mu? Oldu bile… Yangından mal kaçırır gibi. Ayıp oldu
biraz… Kahve sevmem ki ben. Çay içince o faslı unutuverdim işte. Neyse ki telaşımızı hane sahibi olgunlukla karşıladı. Kısa bir sessizlik oldu. Bir soluk almadan bu soruya cevap vermek zor. Gençler böyle uygun görmüşse bize hürmet etmek düşer…

Asma çardağın altına geçtiğimizde hazırlıklar tamamlanmıştı. Güneş birkaç dakika sonra çatının arkasına inecekti. Ve oradan Kabalı Çayına bakıp tepelerin ardında yitecekti. Nasıl söylesem,, nasıl anlatsam… Hem yabancıyım o çardak altında hem oralı. Ne kız tarafı, ne erkek… On dakika içinde biz oluverdik. Fotoğraflar çekilirken ben sarmayı çatalımla bölmeye çalışıyordum. Bir başka fotoğrafta mutlaka Nokulu ağzıma götürürken çıkmışımdır. Biz boğazlar meselesiyle aşır neşirken avluya karanlık indi. Koyunlar otlaktan döndü.
– Yüzükleri takalım artık. Acele etme misafirler geldi. Azıcık ağırdan al da otursunlar.
– Bunların hangisi kıza, hangisi erkeğe. Sanırım birisi geniştir öteki dar.
– Tepside harfler var. Onlara bakarsan belli.
– Makas kessin mi kesmesin mi?
– Ben kesmesin istedim ama kızdılar. Kesecekmiş…
– Kestim… Gençlere mutluluklar dilerim.

Tatlılar, pastalar ve kahveler… Doyduk, taştık, az kalsın patlayacaktık. İlla ki tatlı ve kocaman bir dilim pasta… Yaşam her yeni günde başka bir öyküye başlıyor. Aklımızın kıyısından geçmeyen yerlerde, hiç karşılaşmadığımız insanlarla tanışıyoruz. Ve tek bir günde, hatta bir veya iki saat içinde daha önce hiç karşılaşmadığımız kişilerle yakın olabiliyoruz. Ben üzerime düşeni yaptım. Önce uyardım. Yapmayın, etmeyin, kendinize kıymayın, dedim. Baktım laftan anlayacak gibi değiller. Yüzükleri parmaklarına takıverdim. Bence insan istediği kadar mutludur. Dünyayı toz pembe bir sisin içinde ve hep bahar gibi görebilir. Veya bütün yollar kardan kapanmış, acımasız bir tipi altında gidecek hiçbir yeriniz kalmamış, Çaresizlik içinde ölümü bekliyorsunuz. Gençler ister mutlu olun, ister filozof. Yolunuz açık olsun.
 

Ağustos 2020 – İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler