17 C
İstanbul
27 Nisan 2024, Cumartesi
spot_img

HASTAYIM SANA, YORGAN DÖŞEK

Hep şöyle bir cümle kurulur. İki bin yirmi dört bana yaramadı. Yeni yıl iyi gelmedi. Ocak ayının sonuna doğru vücudumun ayarları bozuldu. Önce grip gibi bir şeyler vardı. Azıcık eklem ağrısı, biraz iştahsızlık, tek tük öksürük ve hapşırma… Ve o hep bildik sümüklü haller. Burnunuzu silmekten kızarır biraz. Bazen de peçetede kan gibi kırmızımsı lekeler görürsünüz. Her şeye rağmen gücüm takatim yerinde. Evde eski griplerden artan ilaçlardan falan alıyorum. Ateş düşürücü, dinlendirici veya vitaminler. İlaçlardan hiç anlamam. Evde bu konuda donanımlı olanlarımız var. Onlar ne derse o… Üstelik üç beş gün içinde epey de toparlanmıştım.

Gribal miribal kaç yazar ki bana? Biz öyle eften püften üst solunum yolu hastalıklarına pabuç bırakacak adam mıyız? Sıcak suya limon sıkarım. Adaçayı, ıhlamur, bal ve zencefil… Bol bol sıvı alıp dinlendin mi? Yanına bile yaklaşamaz. İlaçla bir hafta ilaçsız yedi günde geçip gider. Sigarayı da birkaç gün ara veririm.

Şubatın başı gibi bir sabah yine yürüyüşe çıktım. Geldim, kahvaltı ettim. Kendimi azıcık yorgun gibi de hissediyordum. Biraz uzandım. Nasıl uzanmak, nasıl uyumak ama, anlatamam. Gözlerimi açtığımda yirmi dört saat geçmiş. Arada kaldırmaya çalıştıklarını, bir şeyler yedirmeye, içirmeye çalıştıklarını hayal meyan anımsıyorum. Bunlar gerçek değil, bir rüyanın ucundaki belli belirsiz sallanan soluk püsküller gibi aklımda kalmış. Uyku diyorum ama tanıdık bildik hiçbir şey yok. Daha önce uyuduğum hiçbir uykuya benzemiyor. Binlerce boru var rüyamda. Binlerce hortum birbirine dolanmış. Kocaman bir yumak olmuş. Her birinin ağzından yarım bırakılmış cümleler çıkıyor. Ben onları anlamlı ve yapı bakımından düzgün kelimelerle tamamlıyorum. Her bir cümlede hortum yumağından biri çekilip kayboluyor. Bunu bitirince rüyasız ve sanrısız bir uykuya dalacağımı umut ederek çabalıyorum. Hiç azalmıyor ve hiç bitmiyor. Kan ter içinde çırpınıp duruyorum. Ve uyurken aslında daha basit ve sıradan bir uyku düşlüyorum. İstediğim derin uykuyu ulaşabilirsem dünya düzelecek ve her şey kendi olağan haline dönecek.

Önümde binlerce beyaz peynir kalıbı paslanmaz çelik bir masada duruyor. Ben ayaktayım. Normal bir peynir kalıbı dörde falan bölünmüş olmalı. Peynirlerin içerisinden sağlam olanları seçip başka bir rafa diziyorum. Bazı küçük kalıplar yumuşacık dokununca kırılıveriyorlar. Ellerim vıcık vıcık. Bileklerimden dirseklerime doğru salamura suları akıyor. Ve her dakika daha kötü kokuyor. Peynirleri seçip şekli bozulmamış olanları yeniden raflara dizme işi hiç bitmiyor. Beni yatağımdan kaldırıp duşa sokuyorlar. Yarım saat kadar rahat bir uyku uyuyorum. Sonra başka bir karabasanın içine düşüyorum. Beynim bir tül ile ayrılmış uyku ile uyanıklık hali arasında gidip geliyorum. Hiç tuvaletim gelmiyor, susamıyorum ve hiç acıkmıyorum. Başımda onlarca kilo ağırlığında bir taş var. Başım omuzlarım üzerinde dengede duramıyor. İçimden sokağa çıkıp koşmak geliyor. İçinde düştüğüm kuyudan çıkmak istiyorum. Ama ayakta duracak halim yok. Zaman kavramı silinip gitmiş. Hangi aydayız? Günlerden ne, saat kaç?

“Hastayım sana, hem de yorgan döşek.” Yazıma böyle bir giriş yapabilsem çok havalı olurdu. Ama elimizdeki malzeme bu… Ateşler içindeyken halüsinasyonlardan bir resim seçebilirdim. Kurşun kalemle çizilmiş. Siyah beyaz bir vesikalığı büyütmüşler. Beceriksizce. Yüzünde belli belirsiz bir öfke… Kaşların kalkık, dudakların çekilmiş. Kim bilir neye kızmışsın? Pek sevilesi değil, soğuk ve uzak… Fazla akılda kalacak bir şey değil. Böyle bir resmi hep yanınızda gezdiremezsiniz. Zamanı gelince parmaklarınızın arasından uçuverir. Dursa bile kağıdı sararır, güneşte solar. Hastayım sana, yorgan döşek… Söylemesi güzel, sadece söylemesi…

Bir şey yemek veya içmekten nefret ediyorum. Bütün yiyecekler kötü kokuyor, bütün içecekler yavan ve tatsız. İşler pek iyiye gitmiyor. Benden gizlemeye çalışıyorlar ama evdekiler endişeli. Azıcık bir panik havası var. Arabaya atıp apar topar aile hekimine götürdüler. Doktorun bir sürü hastası var. Sıra beklemek lazım… Sağlık ocağının bahçesine çıkıyorum. Azıcık üşüyorum ama temiz hava iyi geliyor. Ayakta durmaya dermanım yok. Salonda boş bir sandalye buluyorum. Azıcık uzun olsa yatıp uyacağım Neyse sıra bize geliyor. Ben hiç böyle hastalanmamıştım, diyorum. İyi olmuştum ama yeniden hastalandım. En fazla grip oluyordum ve üç gün yatıyordum. Adam boğazıma bile bakmadan bir torba ilaç yazıyor. İçinde antibiyotik de var. Bütün hastaların benzer şikâyetleri var. Herkes iyileşemediğini söylüyor. Doktor yaygın olan virüsün daha öncekilere benzemediğini söylüyor. Bunun hastalığı da öncekilere benzemiyormuş. Herkese aynı ilaçları yazıp gönderiyor.

Hastayım sana, hem de yorgan döşek hastayım. Hastayım ve dermanım sensin. Nasıl da afili cümle be… Söylerken insanın ağzı doluyor. Oysa yoksun ki sen. Aklımdaki kelimeleri birbirine çatıp seni sadece ben yaratabilirim. Benim istediğim kadar çok, istediğim kadar gerçeksin. İstediğim kadar nefes alabilirsin. İstediğim kadar sevebilirsin… İstediğim kadar ağlayıp, ben istediğim zaman çekip gidersin.

Doktordan geldik. İlaçları kullanmaya başladım. Bir iki günlük kabus dolu uykuların, ateşin ve terlemenin sonrasında azcık canlandım. Fakat yeme, içme ile aram düzelmedi. Hiç bir şeyin o bilindik tadı, lezzeti, kokusu yok. Yine de kendimi zorluyorum. Çünkü üç haftadır hastayım ve bu durum canımı acayip sıkıyor. Evdekiler de başımda pervane olmuş. Yazık yani onlara da… Antibiyotiği bitirdim. Öteki ilaçların hala yarısı duruyor. Azıcık daha toparlandım. Bu kez kanım, canım toparlandı. En önemlisi de moralim yerine geldi. Fakat bir öksürük var. Azalır gibi oluyor. Yine geri geliyor. Ne böyle öksürük görmüşüm, ne de böyle ciğer sarsıntısı. İçimi bir ıspatula ile kazıyorlar ama balgamı atamıyorum. Boğazım yanmaya devam ediyor. Ciğerlerim arada bir batıyor.

Komşum ziyarete geldi. Onların çocukları da hastalanmışlar. Bir sağlıkçı gelmiş eve. İçine bir takım takviye ilaçlar ve vitaminler konulmuş serum vermişler. Her ikisi de bir günde ayağa kalkmış. Hatta ertesi gün işlerine bile gitmişler. Duyup da durulur mu? Bizimkiler de bana bir serum getirdiler. İlaçlardan hiç anlamam ama su gibi duru ilaç idrar gibi sarıya döndü. Yarım saat kadar damardan verdiler. Belki psikolojik bir etkiydi belki ama azıcık iyi gibi oldum. Ertesi sabah uyandım. Her şey eski hamam eski tas. Adına ne kadar uyku denilebilir, bilmiyorum. Uyumuşum. Bu kez uykum tam iki gün sürmüş. Birkaç kez tuvalete kalktığımı anımsıyorum, ılık duş aldığımı falan. Ama ne gece var aklımda, ne de gündüz. Böylesine hasta olmanın kendince bir güzelliği var. Hiç endişelenmiyorsunuz. İyi olamazsam, ölürsem falan… Aklınızın ucundan bile geçmiyor. Beyniniz uyuşuyor çünkü. Nasılsa sıra bulunmuş, göğüs hastalıkları için bir randevu alınmış. Ve ertesi gün yaşamımın en zor gününe uyandım.

Bir üşüyorum, bir yanıp terlemeye başlıyorum. Ayaklarım beni taşımıyor, kollarım bedenime fazla. Eklemlerine bıçaklar batırılıyor. Öksürüyorum, boğazlarım şişmiş ve yanıyor. Su içmelisin diyorlar. Azım zehir gibi acı. Su bile acılığı azaltmıyor. Sıramız saat on buçuk gibi geliyor. Doktor hemen kan tahliline ve röntgene gönderiyor. Aradaki mesafe taş çatlasa iki yüz metre. Oğlum, bir sandalye bulayım halsizsen diyor. Gücüme gidiyor. Ben yürürüm diyorum. Yürümesi bir şey değil röntgen sıramız için önümüzde bekleyen elli kişi var. Kan için sıra beklemiyoruz ama o da saat on bir buçukta çıkacakmış. İşlerimizi bitirip doktorun kapısına dönüyoruz. Koridor bayram yeri gibi… Hekim öğle yemeği bile yemeden neredeyse saat on üçe kadar çalışıyor.

Bana dönüp Zatürre olmuşsun, diyor. Hemen seni hastaneye yatıralım. Ben yatmadan olmaz mı , diyorum. Sıkılırım ben burada. Evde tedavime devam edeyim. Oğlum kızıyor. Hastanede sana daha iyi bakarlar , diyor. İnatçıymışım. Hiç kimsenin sözünü dinlemiyormuşum. Doktor illa ki yemek yemelisin, diyor. Bir hafta sonra yine gelin. Kontrol edelim… Yeniden antibiyotiğe başlıyorum. Yeniden ateş düşürücüye ve öksürük şurubuna… Ama şurup öksürüğüme hiç etki etmiyor. Bedenimde bir yerde bir su terazisi var diye düşünüyorum. Azıcık yatar gibi uzansam veya azıcık oturuşum değişse öksürmeye başlıyorum. Bir de saati var mübareğin. Gece saat on birden sonra başlıyor. Sabaha kadar uyku yok. Uykusuz ve öksürüklü geceler tükenmek bilmiyor. Bazen gündüz bir iki saat kestirdiğim oluyor. İnatla yemek yiyerek ve önüme konan her türlü sıvıyı içerek bir hafta sonra azıcık toparlanıyorum.

Hasta olmak sandığınız kadar kötü değil. Örneğin çok fazla ilgi görüyorsunuz. Çöp atma, ekmek alma veya günlük ıvır zıvır işlerden kurtuluyorsunuz. Yemekleri beğenmediğinizde kimse kızmıyor. Başka zaman olsa cinayet çıkar. Ananın pişirdiğini ye bile diyebilirler. İkide bir terlemiş miyim diye kontrol ediyorlar. Islağı bırak nemliyse bile bütün giysilerim değiştiriliyor. Duşa bile sokuyorlar. Su nedense insana ferahlık veriyor. Azıcık uyuma fırsatı veriyor. Her gün besleyici yemekler yapılıyor. Ne yazık ki bu yemeklerin lezzetini algılayamıyorsunuz.

Şubat 2024 İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,280AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler